Nöronlar devreler şeklinde gruplar oluşturur. Elektrik
devrelerinde olduğu gibi, nöron devreler de farklı boyutlarda ve karmaşıklıkta
sistemler oluşturan yüksek düzeyde özgül birimlerin birleşiminden oluşur.
Nöron devresi tek olabilmesine karşın, çoğu durumda bir işlev yürütmek üzere
etkileşen iki ya da daha fazla devrenin bileşimi şeklinde karşımıza çıkar.
Sinirsel bir İşlev, belli bir sonuç oluşturmaya yönelik eşgüdümlü İşlemler
grubudur. Bir dizi elementer devre daha iisL düzenlenme gösteren sistemleri ve
bunlar daha da üst düzenlenişe sahip sistemleri oluşturmak üzere bir araya
gelebilir.
Sinir dokusu, bütünleşik bir iletişim
ağı halinde vücuda dağılmıştır. Anatomik olarak sinir sistemi, beyin ve
omurilikten oluşan merkezi sinir sistemi ile sinir lifleri ve küçük sinir hücre
kümeleri olan sinir gangliyonlarmdan oluşan çevresel sinir sistemine ayrılır (Şekil 9-1 )•
Yapısal olarak sinir dokusu 2 hücre tipi içerir: Uzun
sinir lifleri içeren sinir
hücreleri ya da nöronlar ile nöronları koruyan ve
destekleyen, nöron etkinliğine katılan, nöron beslenmesi ve merkezi
sinir sisteminin savunmasını sağlayanglia hücreleri, ya da nöroglia (Yun. neuron, sinir. + glia, tutkal).Sinir dokusu ile
ilgili çalışmalar nöronları ve glia hücrelerini saptamaya yönelik
belirteçlerin ve nöron devrelerinin daha doğru olarak çalışılmasını olanaklı
kılan geriye doğru akan moleküllerin kullanımı ile son yıllarda hızla ilerlemiştir.
Nöronlar çevresel değişikliklere (uyanlara), zarlarının iç ve dış yüzeyleri arasında bulunan elektriksel potansiyel farklarını değiştirerek tepki gösterirler. Bu özelliğe sahip olan hücreler (nöronlar, kas hücreleri, bazı bez hücreleri gibi), uyanlabilir ya da irkilebilir olarak adlandırılırlar. Nöronlar ya uyarının alındığı noktayla sınırlı kalan ya da zarlar aracılığıyla nöronların her tarafına yayılabilen elektriksel potansiyelin değiştirilmesi ile uyarılara anında yanıt verebilir. Aksiyon potansiyeli ya da sinir uyartısı denilen bu yayılma, bilgiyi diğer nöronlara, kaslara ve bezlere aktarır.
SİNİR DOKUSUNUN GELİŞMESİ
Sinir dokuları,
altındaki notokord tarafından büyüme ve farklılaşmaya yönelik olarak harekete
geçirilen embriyonal ektodermden gelişir. Önce nöral plak şekillenir; daha
sonra plağın kenarları kalınlaşır nöral oluk oluşur. Yarığın kenarla rı birbirine doğru büyür ve sonuçta
birleşerek nöral tüpü yapar. Bu yapı, nöronları, glia hücrelerini, ependim
hücrelerini ve koroid pleksusun epitel hücrelerini kapsayan tüm merkezi sinir
sistemini oluşturur.
Nöral oluğun yan kısımlarındaki nöral kristayı yapan bir grup hücre toplu şekilde
göç ederek bir takım diğer yapıların yanında çevresel sinir sisteminin büyük
bir bölümünü oluşturur. Nöral kristadan köken alan yapılar şunlardır; 1. Böbrek
üstü bezi mediillasının kromafin hücreleri (bkz Bölüm 21), 2. Deri ve derialtı
dokularındaki melanositler (bkz BölümlS), 3- Odontoblastlar (bkz Bölüm 15), 4. Piamater ve araknoid hücreleri, 5.
Kafa ve omurilik duyu gangliyonlannın duyu nöronları, 6. Sempatik ve
parasempatik gangliyonların gangliyon sonrası nöronları, 7. Çevresel aksonların
Schwann hücreleri, 8. Çevresel gangliyonların uydu hücreleri.
Sinir hücreleri ya da nöronlar, karmaşık yapısal özellik gösteren bağımsız anatomik ve işlevsel birimlerdir. Uyarıları almak, iletmek ve ilerletmek, belli hücresel etkileri başlatmak, nörotransmiterleri ve diğer bilgisel molekülleri salgılamaktan sorumludur.
Nöronların çoğu 3 bölümden oluşur: (Şekil 9-2) Dend- ritler, uyarıyı çevreden, duyu epitel hücrelerinden diğer nöronlardan almak üzere özelleşmiş çok sayıda uzantılardır. Hücre gövdesi ya da perikaryon (Yun. pen, çevre + kar- yon çekirdek), tüm hücrenin beslenmeyle ilgili merkezidir ve uyarıyı alır. Akson ise (Yunanca anlamı eksen) tek bir uzantıdır, sinir uyartısını diğer hücrelere (sinir hücresi, kas ve bez hücreleri) yaymak ve iletmek üzere özelleşmiştir. Aksonlar, başka nöronlardan da bilgi alabilir ve bu bilgi esas olarak aksiyon potansiyellerinin başka nöronlara aktarımını değiştirir. Aksonun gövdeden uzak bölümü çoğunlukla dal- lanmıştır ve uç dallanmayı meydana getirir. Bu uç dallanma kısımlarındaki her bir dal, bir sonraki hücre üzerinde son düğme adı verilen genişlemeler şeklinde biter ve başka nöronlarla ya da nöron olmayan hücrelerle etkileşen sinapsı oluşturur. Sinapslar, bilgiyi zincirdeki son hücreye aktarır.
Nöronlar ve uzantıları, boyut ve şekil olarak son derece değişkendir (Şekil 9-3). Perikaryonlar küre şeklinde, oval ya da köşeli olabilir, bazılarının çapı, çıplak gözle görülebilecek bir büyüklük olan 150 nm'ye ulaşabilir. Diğerleri küçük hücrelerdir; örneğin beyincikteki granül hücrelerinin perikar- yonlarının çapı yalnızca 4—5 nm'dir.
Uzantılarının şekil ve büyüklüğüne göre nöronların çoğu aşağıdaki kategorilere ayrılır; (Şekil 9-3 ve 9-4) Çok kutuplu nöronların ikiden fazla uzantısı vardır. Bunlardan biri akson, diğeri dendritlerdir. Çift kutuplu nöronlarda bir dendrit ve bir akson bulunur. Yalancı tek kutuplu nöronlar tek bir uzantıya sahiptir. Uzantı perikaryondan çıktıktan kısa bir süre sonra (T) şeklini alır, bir dal çevresel uca uzanır, diğeri merkezi sinir sistemine gider (Şekil 9—0. Yalancı çok kutuplu hücrelerde dendritler tarafından alınan uyarı, perikaryona uğramadan doğrudan aksona iletilir.
Olgunlaşma süreci sırasında yalancı çok kutuplu nöronlardaki merkezi (akson) ve çevresel (dendrit) lifler kaynaşarak tek bir lif haline gelirler. Bu nöronlarda çevresel liflere göç eden nörotransmiterler dahil olmak üzere pek çok molekül sentezlenmesine karşın hücre gövdesinin uyartı iletisinde görev almadığı düşünülmektedir.
Vücuttaki nöronların büyük kısmı çok kutupludur. Çift kutuplu nöronlar, retina ve koku mukozasında, ayrıca kok- lea ve vestibiil gangiiyonlarmda da bulunur. Yalancı çok kutuplu nöronlar omurilik sinirlerinin arka köklerinde yerleşmiş duyu gangliyonları olan omurilik gangliyonlarda ve kafa gangiiyonlarmda bulunur.
Nöronlar, işlevsel rollerine göre de sınıflandırılır. Motor (götürücü) nöronlar; kas lifi, eksokrin ve endokrin bezler gibi organları kontrol eder. Duysal (getirici) nöronlar; çevreden ve vücuttan gelen duysal uyarıları alır. Ara nöronlar; retinada olduğu gibi karmaşık işlevsel zincirler oluşturarak diğer nöronlarla bağlantı kurar.
Memeli evrimi sırasında ara
nöronların sayısı ve karmaşıklığı büyük ölçüde artmıştır. Sinir sisteminin
ileri düzeyde gelişmiş işlevlerini basit nöron devrelerinin görmesi olası değildir,
tersine birçok nöronun iç içe geçmiş işlevinden oluşan karmaşık etkileşimlere
bağlıdır.
Merkezi sinir sisteminde, sinir hücre
gövdeleri yalnızca gri maddede bulunur. Ak madde nöron uzantılarını içerir,
ancak perikaryon içermez. Çevresel sinir sisteminde, peri- karyonlar
gangliyonlarda ve bazı duyu bölgelerinde (örn., koku mukozasında) bulunur.
Perikaryon olarak ta adlandırılan
hücre gövdesi, nöronun çekirdek ve çevresindeki sitoplazmasını kapsayan
bölümdür (Şekil 9-2). Algılama yetenekleri bulunmasına karşın esas olarak
beslenmeyle ilgili bir merkezdir. Birçok nöronun pe rikaryonu diğer sinir hücreleri
tarafından üretilen uyarıcı ve engelleyici uyartıları aktaran çok sayıda sinir
ucu alır.
Birçok sinir hücresi yuvarlak,
olağanüstü büyük, ökro- matik (açık renk boyanan) belirgin bir çekirdekçiğe
sahip bir çekirdek taşır. İki çekirdekli sinir hücreleri sempatik ve duysal
gangliyonlarda görülür. Kromatin ince taneciklidir, bu da hücrelerin yoğun
sentez aktivitesini yansıtır.
Hücre gövdesi (Şekil 9-5), birbirine koşut sarnıç kümeleri
şeklinde düzenlenmiş, oldukça gelişmiş kaba endoplaz- ma retikulumu içerir.
Sitoplazmada sarnıçlar arasında bulunan çok sayıda poliribozom, bu hücrelerin
hem yapısal, hem de taşıyıcı proteinleri sentezlediğini düşündürmektedir.
Uygun boyalar kullanıldığında, kaba endoplazma retikulumu ve serbest
ribozomlar ışık mikroskobu altında Nissl cisimcikleri denen bazofilik granüllü alanlar şeklinde görülür (Şekil
9-2 ve 9-6). Nissl cisimciklerinin sayısı nöron tipine ve işlev duruma göre
değişir. Motor nöron gibi büyük sinir hücrelerinde sayıca fazladır (Şekil 9-6).
Golgi komp-birbirine koşut çok sayıda düz sarnıç
içerir (Şekil 9-5). Nöronlarda, özellikle de akson uçlarında çok sayıda
mitokondri bulunur. Bunlar, tüm hücre gövdesinin sitoplaz- ması içine
dağılmıştır.
Nörofilamanlar adı verilen 10 nm çapındaki ara fila-
manlar perikaryonda ve hücre uzantılarında bol miktarda bulunur.
Nörofilamanlar, belli tespit maddelerinin etkisi ile gruplar yaparlar ve
gümüşle doyurulduğunda ışık mikroskobu ile görülebilen sinirlifçikleri oluşturur. Sinir hücreleri içinde ara
sıra lizozomlarca sindirilmiş madde kalıntısı olan lipofuskin gibi pigment
içeriği de görülür.
Dendritler (Yun. clenclron, ağaç) genellikle kısadır ve bir
ağacın dalları gibi çatallanır (Şekil 9-4). Dendritler çok sayıda sinaps alır
ve nöronlarda sinyalin alındığı ve işlendiği bölgelerdir. Birçok sinir hücresi,
hücrenin almaç alanını artıran birkaç dendrite sahiptir. Dendritlerin
dallanması nöronun diğer sinir hücrelerinden çok sayıda akson ucu almasını ve
bütünleştirmesini olası kılar. 200.000 üzerindeki akson sonlanmasının,
beyincikte bulunan Purkinje hücrelerinin dendritleri ile işlevsel bağlantı
kurdukları tahmin edilmektedir (Şekil 9-3). Bu sayı başka sinir hücrelerinde
daha yüksek olabilir. Tek dendritli çift kutuplu nöronlar enderdir ve yalnızca
özel yerlerde bulunur. Baştan uca kadar sabit bir çapı koruyan aksonlardan
farklı olarak dendritler dallara ayrıldıkça incelirler. Dendritin nöron
gövdesine yakın olan taban bölümündeki sitoplazmanın bileşimi perikaryondakine
benzer; bununla birlikte dendritlerde Golgi kompleksi yoktur. Nöronlara
tutunan sinapsların çoğu, mantar biçimli (dendrit gövdesine ince bir boyunla
bağlanan geniş bir baş), boyu 1-3 pm ve çapı 1 (.ım’den küçük yapılar olan
dendrit dikenlerinde yer alır. Bu dikenler birbirleriyle ilintili işlevler
sergiler ve çok fazla olabilir, insan beyin korteksinde İO1'* kadar
olabilecekleri hesaplanmaktadır. Dendrit dikenleri nörona ulaşan sinaps
sinyallerinin işlendiği ilk bölgedir. İşleme aygıtı sinaps sonrası zarın
sitozole bakan yüzeyine tutunmuş olan protein komplekslerinde yer almaktadır.
Bunlar elektron mikroskopta görülebilir ve işlevi ortaya çıkarılmadan çok önce
sinaps sonrası zarı adını almıştır. Dendrit dikenleri uyum, öğrenme ve bellek
işlevlerinin alt yapısını oluşturan şekil değişikliklerine katılır. Hücre
iskeleti proteini olan aletine bağlı olarak sinapsların oluşması ve
erişkinlerde işlevsel uyum ile ilişkili morfolojik değişmeler sergileyebilen
devingen yapılardır.
Nöronların çoğu tek bir aksona sahiptir; çok az bir
kısmında hiç akson bulunmaz. Akson, nöronun tipine göre değişen uzunluk ve
çapta silindirik bir yapıdır. Bazı nöronlarda kısa aksonlar bulunmasına karşın
aksonlar çoğunlukla çok uzun yapılardır. Örneğin, ayak kaslarına uzanan
omuriliğin motor hücrelerinin aksonlarının boyu 100 cm'ye ulaşır. Tüm aksonlar,
çoğunlukla perikaryonda oluşan akson tepesi
denilen, kısa piramid şekilli bir bölgeden çıkar
(Şekil 9-5). Aksonun plazma zarına aksolemma
(Yun. akson + eilemcı, kılıf) denir. İçeriği ise aksoplazma
olarak adlandırılır.
Akson boyunca küçük ve büyük
moleküller hızlı de iki yönlü olarak aktarılmaktadır.
Büyük moleküller ve organeller hücre
gövdesinde sen- tezlenirler ve aralıksız bir biçimde akson boyunca ileriye akım ile aksondan uçlara aktarılırlar.
İleriye akım üç ayrı hızla
gerçekleşmektedir. Yavaş akım (günde birkaç mm) proteinleri ve mikrofîlamanları
aktarır. Orta hızlı bir akım mitokondrileri, yüksek hızlı akım (100 kez daha
hızlı) ise sinirsel aktarım sırasında akson ucunda gereksimin duyulan
veziküller içindeki maddeleri aktarır.
İleriye akım ile eş zamanlı olarak,
endositozla alınan maddeleri (virüsler ve toksinler dahil) kapsamak üzere pek
çok molekülü taşıyan karşıt yönde bir akım da bulunmaktadır. Bu işlem
nörolojide akson uçlarının bulunduğu bölgelere peroksidaz ya da başka bir
işaretleyici enjekte edilip belli zaman dilimlerindeki yayılımları izlenerek
gerçekleştirilen, nöron yolaklarını belirleme çalışmalarında kullanılır.
Akson akımı ile ilintili motor
proteinler arasında mikro- tübüllerde bulunan, ATPaz aktivitesi sergileyen bir
protein olan dinein (geriye akımla ilintili); veziküllere bağlandığında
aksondaki ileriye akımı uyaran mikrotübiilün aktive ettiği bir ATPaz olan kinezin yer almaktadır.
Sinir hücrelerinin zarlarında iyonları sitoplazma
içine ve dışına taşıyan pompa ve kanal işlevine sahip moleküller bulunur.
Akson zarı ya da başka bir deyişle aksonu saran zar Na+ iyonunu
aksoplazma dışına pompalayarak hücre içi sodyum de- rişimini hücre dışı
derişimin onda biri düzeyinde tutar. Bunun aksine, hücre içi K+
derişimi, hücre dışındaki derişiminden kat kat fazladır. Bu yüzden, akson
zarının içi ile dışı arasından iç kısım -65 mV daha negatif olacak şekilde
potansiyel farkı bulunmaktadır. Buna dinlenmedeki zar potansiyeli denir. Nöron
uyarıldığında, iyon kanalları açılır ve hücre dışı sodyum (hücre dışındaki
derişimi sitoplazmadaki derişimden çok daha yüksektir) aniden hücre içine
girerek dinlenme potansiyelini -65 mV’den +30 mV’ye yükselecek şekilde değiştirir.
Hücre içi ortam, dış çevreye göre pozitif olarak aksiyon
potansiyeli ya da sinir uyartısının başlamasını tayin eder.
Bununla birlikte, +30 mV’lik potansiyel sodyum kanallarını kapatır ve akson
zarı yeniden bu iyona karşı geçirgenliğini yitirir. Aksonlarda birkaç
milisaniye içinde potasyum kanallarının açılması iyonlarla ilgili bu durumda
değişiklik oluşturur. Hücre içi potasyum derişiminin yükselmesi sonucu potasyum
iyonu difüzyonla aksonu terk eder ve zar potansiyeli -65 mV’ye döner. Bu
olayların süresi çok kısadır (yaklaşık 5 ms) ve çok sınırlı bir zar bölgesinde
gerçekleşir. Bununla birlikte, aksiyon potansiyeli zarda ilerler; yani
elektriksel düzensizlik komşu sodyum kanallarını ve ardından da potasyum
kanallarını açar. Bu yolla aksiyon potansiyeli akson boyunca yüksek bir hızla
ilerler. Aksiyon potansiyeli sinir ucuna ulaştığında, ya başka bir nöronu ya da
kas veya salgı bezi hücresi gibi nöron olmayan hücreyi uyaran ya da
engelleyen, depolanmış durumdaki nörotransmiterin boşaltılmasına yol açar.
Sinaps (Yun. syrıcıpsis, birlik) sinir uyartılardan-
nın tek yönlü aktarımdan
sorumludur. Sinapslar
nöronların kendi aralarındaki ya da nöronlarla diğer efektör hücreler (kas ve
bez hücreleri) arasındaki temas bölgeleridir. Sinapsın işlevi sinaps öncesi
hücreden gelen elektrik işaretini (uyartı) sinaps sonrası hücrede etkili olacak
olan kimyasal işarete çevirmektir. Sinapslann büyük bölümü işaretleşme işlemi
sırasında akson uçlarında nörotransmiterler salgılayarak uyartıyı iletirler.
Nörotransmiterler bir almaç proteiniyle birleştiğinde iyon kanallarını açan ya
da kapayan veya ikinci ulak tepkimelerini başlatan kimyasal maddelerdir.
Nöromodiilatörler sinapslar üzerine doğrudan etki göstermeyen, ancak sinaps
uyarısına ya da engellenmesine karşı nöron duyarlılığını değiştiren kimyasal
ulaklardır. Nöromodiilatörler- lerden bazıları sinir dokusunda üretilen
nöropeptidler ya da steroidlerdir, diğerleri ise dolaşımdaki steroidlerdir.
Sinaps yapısı, işareti alan bir akson ucundan (sinaps öncesi ucu); yeni bir
impulsun üretildiği bir başka hücrenin yüzeyindeki bir bölgeden (sinaps
sonrası ucu); ve sinaps yarığı deneıı ince bir hücreler arası boşluktan
ibarettir (Şekil 9-7). Akson, hücre ve gövdesiyle sinaps yaptığında aksosomatik
sinaps; dendritle
sinaps yaptığında aksodendritik sinaps; ya da bir aksonla sinaps yaptığında aksoaksonik sinaps
adını alır (Şekil
9-8).
Sinapslann büyük bir bölümü kimyasal sinapslar olmasına ve kimyasal
ulaklar kullanmalarına karşın az sayıda sinaps, uyarıyı sinaps öncesi ve
sinaps sonrası zarlar arasında yer alan aralık bağlantıları aracılığıyla
aktarır, yani nöron işaretlerini doğrudan iletir. Bunlara elektriksel
sinapslar denir.
Sinaps öncesi ucu her zaman için
nörotransmiterleri taşıyan sinaps kesecikleri ve çok sayıda mitokondri içerir
(Şekil 9-7 ve 9-9).
Nörotransmiterler genelde hücre
gövdesinde sentezlenir; daha sonra sinapsın sinaps öncesi bölümünde kesecikler
içinde depolanırlar. Sinir impulsunun iletilmesi sırasında, eksositoz yoluyla
sinaps yarığına boşaltılır. Sinaps veziküllerinin eksosi- tozu sonucu sinaps
öncesi bölgede toplanan fazla zar endosi- tozla yeniden kazanılır. Yeniden
kazanılan zar, sinaps öncesi bölmedeki düz endoplazma retikulumu ile birleşir ve yeni sinaps
keseciklerinin yapılmasında kullanılır (Şekil 9-7). Bazı nörotransmiterler akson
üzerinden taşınarak getirilen enzimler ve öncüller kullanılarak sinaps öncesi
bölmede sentezlenir.
Tanımlanan ilk nörotransmiterler
asetilkolin ve norepi- nefrindir. Norepinefin salıveren bir akson ucuna ait
elektron mikroskop fotoğrafı Şekil 9-10'da gösterilmektedir. Nörot-
ransmiterlerin büyük bölümü aminler, aminoasitler ya da küçük peptidlerdir
(nöropeptidler). Nitrik oksid gibi inorganik maddelerin de nörotransmiter
olarak davrandığı gösterilmiştir. Nörotransmiter olarak davranan çok sayıda
peplid vücudun başka yerlerinde de kullanılır, buna örnek olarak sindirim
kanalındaki hormonlar verilebilir. Nöropeptidler, ağrı, haz, açlık, susuzluk ve
cinsellik gibi duyguların ve güdülerin düzenlenmesinde önemlidir (Şekil 9
-11).
Kimyasal Sinaps
Aktarımındaki Olayların Sırası
Bu olaylar Şekil 9-7'de
gösterilmektedir. Hücre zarı boyunca hızlı bir biçimde (milisaniyeler içinde)
yayılan sinir uyartıları, hücre zarı boyunca giderek artırılan, patlama
şeklindeki elektriksel aktiviteyi (depolarizasyonu) başlatır. Bu uyartı sinaps
öncesi bölgedeki kalsiyum kanallarını kısa bir süre için açar, bu da sinaps
vezikülerinin eksositozunu tetikleyen kalsiyum girişini başlatır. Eksositoz
bölgelerinde salgılanan nö- rotraıısmiterler sinaps sonrası zarında bulunan
almaçlarla reaksiyona girerek geçici bir elektriksel aktivite (depolarizas-
yon) başlatırlar. Sinaps sonrası hücre zarında uyartı başlatan aktiviteleri
nedeniyle bu sinapslara uyarıcı sinapslar adı verilir. Bazı sinapslarda,
nörotransmiter-almaç etkileşimi sinir uyartısı geçişi olmaksızın zıt yönde bir
etki göstererek hi- perpolarizasyon başlatır. Bunlara engelleyici
sinapslar adı
verilir. Yani sinapslar uyartı aktarımını harekete geçirebilir ya da
engelleyebilir ve bu şekilde sinir etkinliğini düzenleyebilirler (Şekil 9-12).
Nörotransmiterler kullanıldıktan sonra enzimatik parçalanma,
difüzyon ya da sinaps öncesi zar üzerindeki özgün almaçlar tarafından
düzenlenen endositoz yoluyla çabucak ortamdan uzaklaştırılırlar. Bu olay işlev
açısından önemlidir, çünkü bu şekilde sinaps sonrası nöronun istenmeyen biçimde
uyarılması önlenmiş olur.
Oligodendrositler (Yun. oligos, küçük + clenclron + kytos) merkezi sinir sistemindeki nöronların
elektriksel yalıtımını sağlayan miyelin kılıfı yaparlar (Şekil 9-13 ve 9-Tl).
Bu hücrelerin, aksonların etrafına sarılan uzantıları bulunmaktadır ve bu
uzantılar Şekil 9-15'te gösterildiği gibi miyelin kılıfı oluşturur.
Bu hücreler oligodendrositlerle aynı işleve sahiptir, ancak
çevresel sinir sistemindeki aksonların etrafında yer alırlar. Bir Schwann hücresi
bir aksonun çevresinde miyelin oluşturur, oysa oligodendrositlerin birden
fazla nöron ve bunların uzantıları etrafında kılıf oluşturacak şekilde dallar
verme yeteneği bulunmaktadır. Şekil 9-27’de Schwann hücre
zarının, aksonun etrafını nasıl sardığı gösterilmektedir.
Astrositler (Yun. astron, yıldız + kytos) çok sayıdaki uzantıları nedeni ile
yıldız şeklinde izlenen hücrelerdir. Bu hücrelerin, yapılarını güçlendiren
glial fibriler asit proteininden yapılmış ara filamanları bulunur.
Astrositler nöronları kılcal kan damarlarına ve pia matere (merkezi sinir
sistemini örten ince bir bağ dokusu; aşağıya bakınız) bağlar. Az sayıda, uzun
uzantılara sahip astrositlere fîbröz astrositler denir ve bunlar ak madde içinde yer
alır; çok sayıda kısa dallar veren uzantılara sahip olan protoplazmik
astrositler gri
madde içinde yer almaktadır (Şekil 9-13, 9-Ti ve 9-16). Ast- rositler, glia
hücreleri İçinde sayısı en fazla olanıdır; morfolojik ve işlevsel açıdan
kendine özgü farklılıklar sergiler.
Astrositler, destekleme işlevine ek olarak nöronların iyonik
ve kimyasal ortamını kontrol eder. Bazı astrositlerde en- dotel hücresine
tutunan geniş uçlu bir uzantı bulunur. Bu uç-ayaklar aracılığıyla astrositlerin
molekülleri ve iyonları kandan nöronlara taşıdıklarına inanılmaktadır.
Genişlemiş uzantılar merkezi sinir sisteminin dış yüzeyinde de bulunur,
Astrositler merkezi sinir sisteminin (MSS) pek çok işlevinin
düzenlenmesinde de rol oynarlar. Astrositler in vitro adrenerjik almaçları, aminoasit
almaçlarını (sözgelimi gama aminobütirik asit [GABA]) ve peptid almaçlarını (natrİCiretik
peptid, anjiyotensin II, endotelinler, vazoaktif intestinal peptid ve tirotropin
salgılatıcı hormon dahil) bulundururlar. Bu ve başka almaçların astrositler
iize-rinde bulunması astrosi- te, pek çok uyartıya yanıt verme özelliği
kazandırır.
prekürsörleri (enkefalinler) ve
potansiyel olarak sinir besleyici somatostatin yer almaktadır. Öte yandan astrositlerin
enerjisi fazla bileşikleri kandan alarak nöronlara aktardıklarına, hatta glikoz
ve laktan metabolize ederek nöronlara verdiklerine ilişkin bazı bulgular
mevcuttur.
Son olarak astrositler birbirleriyle
aralık bağlantıları aracılığıyla doğrudan temas etmektedir ve bu şekilde bilgi
uzak mesafeler arasında bir noktadan bir başka noktaya akabil- mektedir.
Örneğin, astrositler aralık bağlantıları ve çeşitli si- tokinlerin salgılanması
sayesinde hem normal, hem de anormal koşullarda miyelin yenilenmesini
etkilemek üzere oligo- dendrositlerle etkileşebilmektedir.
Bu hücreler, beyin ventriküllerini ve omurilik orta
kanalını döşeyen alçak prizmatik epitel hücreleridir. Bazı yerlerde ependim
hücreleri beyin omurilik sıvısının hareketini kolaylaştıracak olan titrek
tüylere sahiptir.
Mikroglia (Yun. ınicros, küçük, + glicı) kısa uzantılara sahip, uzun, küçük
hücrelerdir. Rutin hematoksilen eozin (HE) pre- paratlarında, diğer glia
hücrelerinin küre şeklindeki çekirdeklerinin aksine yoğun ve uzun şekilli
çekirdekleriyle tanınabilirler. Mikroglia, sinir dokusunda tek çekirdekli
fagositik sistem kapsamına giren fagositik hücrelerdir ve kemik iliğindeki
öncül hücrelerden köken alırlar. Erişkin MSS'de inila- masyon ve onarımda görev
alırlar ve nötral proteazlar ve ok- sidatif radikaller üreterek bunları
salgılarlar. Mikroglia hücreleri etkinleştiklerinde, uzantılarını geri çeker
makrofajların morfolojik görünümüne bürünerek, fagositik ve antijen sunan
hücreler olarak davranırlar (bkz. 14. Bölüm). Bağışıklığı düzenleyici bir dizi sitokin
salgılarlar ve merkezi sinir sistemi lezyonlarının yol açtığı hücresel
artıkları uzaklaştırırlar.
Astrositler nöronun canlılığı ve aktivitesini de
etkileyebilir ve bunu sadece hücre dışı ortamdaki etkenleri düzenleyerek
değil, metabolik siibstratları ve sinir etkin molekülleri salgılayarak ta
gerçekleştirir. Sinir etkin moleküller arasında anjiyotensinojen ailesindeki
peptidler, vazoaktif endotelinler, opioid prekürsörleri (enkefalinler) ve
potansiyel olarak sinir besleyici somatostatin yer almaktadır. Öte yandan astrositlerin
enerjisi fazla bileşikleri kandan alarak nöronlara aktardıklarına, hatta glikoz
ve laktan metabolize ederek nöronlara verdiklerine ilişkin bazı bulgular
mevcuttur.
MERKEZİ SINIR SİSTEMİ
MSS beyin, beyincik ve omurilikten ibarettir. Gerçek anlamda bağ dokusu bulunmaz ve bu nedenle göreceli olarak yumuşak ve pelte kıvamında bir organdır. Kesit alındığında beyin, beyincik ve
omurilikte beyaz (ak madde) ve gri (gri madde) bölgeler görülür. Bu farklılığı,
mi- yelinin MSS'deki dağılımının farklı olması yaratır. Ak maddenin ana
bileşeni miyelinii aksonlar ve miyelin yapan oligo- dendrositlerdir. Ak maddede
nöron hücre gövdesi bulunmaz.
Gri maddede nöron hücre gövdeleri,
dendritler ve aksonlarla, glia hücrelerinin başlangıç bölümündeki miyelinsiz
kısımları bulunur. Burası sinapsların oluşturulduğu bölgedir. (Şekil 9-18, 9-19
ve 9-20). Gri madde beynin ve beyinciğin yüzeyinde belirgin olup, beyin ve
beyincik korteksini oluştururken beyaz madde daha merkezi bölgelerde bulunur,
Nöron hücre gövdelerinin oluşturduğu topluluklar beyaz maddeye gömülü olan ve
çekirdekler olarak adlandırılan adalar oluşturur. Beyin korteksinde gri madde,
farklı boy ve şekillerde hücrelerden oluşan altı tabaka oluşturur. Beyin
kodeksindeki bazı bölgelerde bulunan nöronlar getirici (duysal) uyanlara
yöneliktir; başka bölgelerde götürücü (motor) nöronlar istemli hareketleri
kontrol eden motor uyarıları oluşturur. Beyin korteksindeki hücreler duysal
bölge-
nin bütünleştirilmesi ve istemli
motor yanıtların başlatılması ile ilişkilidir.
Beyincik korteksinde üç tabaka
bulunur. (Şekil 9-19 ve 9-20): Dışta molekiiler tabaka, ortada büyük Purkinje
hücrelerinden oluşan bir tabaka ve içte graniiler tabaka. Purkinje
hücrelerinin hücre gövdesi belirgindir ve dendritleri yelpaze görüntüsü oluşturacak
şekilde çok gelişmiştir. (Şekil 9-3). Bu dendritler büyük ölçüde molekiiler
tabakayı doldurur ve bu tabakada çekirdeklerin seyrek olmasının nedeni de
budur. Graniiler tabaka çok küçük nöronlardan oluşmuştur (vücuttaki en küçük
hücreler), bunlar hücre yoğunluğu daha az olan moleküler tabakanın aksine daha
derli toplu bir düzenleniş gösterirler (Şekil 9-18).
Omuriliğin enine kesitlerinde ak
madde çevrede, gri madde ise H harfini andıracak şekilde merkezde yer alır (Şekil
9-19). Bu H harfinin yatay çizgisinde bir açıklık vardır, burası merkez
kanalıdır, bu yapı embriyonal nöral tüp lümeni- nin kalıntısıdır. Bu kanalı
ependim hücreleri döşer. II harfinin bacaklarında yer alan gri madde ön
boynuzları oluşturur. Bunlar spinal sinirlerin ventral köklerini yapan
aksonlara sahip olan motor nöronları içerir. Gri madde aynı zamanda arka
boynuzları da (H'nin kolları) oluşturur, burası spinal gang- liyonlardaki
nöronlardan (dorsal kökler) duysal lifleri alır.
Omurilikteki, özellikle de büyük
motor nöronların bulunduğu ön boynuzlardaki nöronlar büyük ve çok kutupludur
(Şekil 9-22 ve 9-23).
Merkezi sinir sistemini kafatası ve omurga ile korur. Aynı
zamanda meninks denen bağ dokusu zarları ile sarılmış durumdadır (Şekil
9-24). En dış tabakadan başlamak üzere meninksler dura mater, araknoid ve pia
mater şeklinde taba- kalaşır. Araknoid ve pia mater, birbirine bitişiktir ve
genellikle pia-araknoid adı verilen tek bir zar olarak kabul edilir.
Dura mater dıştaki katmandır
(meninks), tıkız bağ dokusundan oluşur ve kafatasının periosteumu ile devam
eder. Omuriliği saran dura mater, omurganın periosteumundan epidural boşluk ile
ayrılır, burası ince duvarlı venler, gevşek bağ dokusu ve yağ dokusu içerir.
Dura mater her zaman için ince bir
dura altı aralıkla araknoidden ayrılır. Dura materin iç yüzeyi, omuriliğin dış
yüzeyinde olduğu gibi mezenkim kökenli tek katlı yassı epi- telle örtülüdür.
Araknoidin (Yun. arachnoeides, örümcek ağına benzer) iki bileşeni
vardır. Biri dura materle temas halindeki tabaka, diğeri ise pia mater ile bu
tabakayı birbirine tutturan trabekül sistemidir. Tnıbeküller arasındaki
boşluklar beyin omurilik sıvısı ile dolu olan ve dura altı
aralıktan tamamen
ayrı olan araknoid altı aralığı yapar. Bu aralık merkezi sinir sistemini travmadan koruyan
hidrolik bir yastık oluşturur. Araknoid altı aralık beynin ventrikülleri ile
bağlantılıdır.
Araknoid, içinde kan damarı bulunmayan bağ dokusundan
oluşur. Yüzeyi, dura materi örtenle aynı tip tek katlı yassı epitelle
örtülüdür. Omurilikteki araknoidin trabekül sayısı daha az olduğundan pia
materden daha kolay ayrımlanabilir
Fia mater, çok sayıda kan damarı
içeren gevşek bir bağ dokusudur. Sinir dokusuna oldukça yakın yerleşmesine
karşın sinir hücreleri ya da sinir lifleri ile temas etmez. Pia mater ile nöral
elemanlar arasında pia materi sıkıca tutturan ve MSS'nin periferinde, MSS ile
beyin omurilik sıvısını birbirinden ayıran nörogliaların uzantılarından oluşan
fiziksel bir tabaka yer alır (Şekil 9-24).
Pia mater merkezi sinir sisteminin
yüzeyindeki tüm girinti çıkıntıları takip eder ve kan damarları boyunca bir
ölçüde yüzeyden içeri uzanır. Pia materi mezenkim kökenli yassı hücreler örter.
Kan damarları pia mater ile örtülü
tüneller boyunca merkezi sinir sistemine girerler, bu tünellere damar çevresi
aralığı denir.
Kan damarları kılcal haline dönüşmeden önce pia mater kaybolur. Merkezi sinir
sistemindeki kılcal kan damarları genişlemiş nöroglia hücre uzantıları ile
tamamen örtülmüş durumdadır (Şekil 9-24).
Kan-beyin engeli antibiyotikler,
kimyasal ve bakteriye! zehirli maddeler gibi kimi maddelerin kandan sinir
dokusuna geçmesini önleyen işlevsel bir barikat oluşturur.
Kan-beyin engelini, sinir dokusundaki
kılcal kan damarlarında görülen bir özellik olan azalmış geçirgenlik oluşturur.
Süz konusu engelin ana yapısal bileşenini, bu kılcal kan damarlarının endotel
hücreleri arasındaki devamlılığı sağlayan tıkayıcı bağlantılar oluşturur. Bu
endotel hücrelerinin si- toplazmasmda başka pek çok yerdeki hücrelerde bulunan
pencereler yer almamakta ve çok az sayıda pinositoz keseciği gözlenmektedir.
Kılcal kan damarlarını saran nöroglia uzantıları kısmen düşük geçirgenlikten
sorumludur.
Koroid pleksus ventriküllerin iç
kısmına sokulan pia mate- rin, genişlemiş pencerelere sahip kılcal kan
damarlarından zengin girintili çıkıntılı katlanmalarından oluşur. Üçüncü ve
dördüncü ventriküllerin tavanında ve yan ventrikiil duvarlarının bir bölümünde
bulunur.
Koroid pleksus pia materin gevşek bağ
dokusundan oluşur, tek katlı kübik ya da alçak prizmatik epitelle örtülüdür
(Şekil 9-25). Bu hücreler iyon taşıyıcı hücrelerin özelliklerine sahiptir
(bkz. 4. Bölüm).
Koroid pleksusun ana işlevi çok az
miktarda katı madde içeren ve ventrikülleri, omurilik merkez kanalını, araknoid
altı aralığı ve damar çevresi aralığını tamamen dolduran beyin omurilik
sıvısını yapmaktır. Merkezi sinir sistemi metabolizmasında da önemlidir ve
mekanik darbelere karşı koruyucu bir araç olarak iş görür.
Beyin omurilik sıvısı berrak,
yoğunluğu düşük (1004-1008 g/ml) ve protein içeriği çok az olan bir sıvıdır.
Mililitrede birkaç döküntü epitel hücresi ve 2-5 lenfosit bulunur. Beyin
omurilik sıvısı araknoid altı aralığa girdiği noktadan itibaren ventrikiiller
içinde dolaşır. Burada araknoid viluslar beyin omurilik sıvısının venöz
dolaşıma geri emiliminde ana yolu oluşturur (sinir dokusunda lenf damarları
bulunmamaktadır).
Çevresel sinir sisteminin (PSS) ana bileşenleri sinirler,
gangliyonlar ve sinir uçlandır. Sinirler, bağ dokusu kılıfları ile
sarılmış sinir lifi demetleridir.
Sinir lifleri ektoderm kökenli
hücrelerden türeyen özel bir kılıfla sarılmış aksonlardan oluşur. Sinir
liflerinin oluşturduğu gruplar beyine, omuriliğe ve çevresel sinirlere ait
yolları oluşturur. Sinir lifleri merkezi ya ckı çevresel sinir sisteminde yer
almasına göre kendilerini saran kılıf açısından farklılıklar sergilerler.
Erişkindeki sinir dokusunda bulunan aksonların büyük bir
bölümünü kılıf hücresinin yaptığı tek ya da birden fazla kat örter. Kılıfı
yapan hücre çevresel sinir liflerinde Schwann hücresi, merkezi sinir sisteminde ise oligodendrosittir.
Küçük çaplı
aksonlar genelde miyelinsiz sinir lifleridir (Şekil 9-26, 9-28 ve 9-29). Aksonlar
kalınlaştıkça kılıf hücresi giderek daha fazla sayıda kat yapar ve miyelin
kılıfları oluşturur. Bu liflere miyelinli sinir lifleri adı verilir (Şekil 9- 27,
9-28 ve 9-29).
Çevresel sinir sistemindeki miyelinli
liflerde Schwann hücresinin plazma zarı akson etrafında dönerek, onu sarar
(Şekil 9-
27,
9-28 ve 9-30). Kılıfı yapan hücrenin zar katmanları birleşir ve içindeki lipit
bileşeni standart histolojik işlemlerde kısmen kaybolabilen beyazımsı bir lipoprotein kompleksi
olan miyelini oluşturur.
Miyelin çok sayıda
değişmiş hücre zarı tabakasından oluşur. Bu zarların lipit oranı diğer hücre
zarlarındakinden
daha yüksektir. Miyelin kılıfta,
izlediği yol boyunca Ranvi- er boğumlan denilen boşluklar bulunur (Şekil 9-28
ve 9- 31); bunlar, akson boyunca komşu Schwann hücrelerinin arasındaki
boşluklardır. Schwann hücrelerinin iç içe geçmiş olan uzantıları kısmen bu boğumu
örter. İki boğum arasındaki mesafe boğum arası adını alır ve burasını bir
Schwann hücresi
oluşturur. Boğum arası mesafe 1-2 mm arasında değişir.
Merkezi sinir sisteminde Schwann hücresi
bulunmaz; buradaki miyelin kılıfı oligodendrositlerin uzantıları oluşturur.
Oligodendrositler Schwann hücrelerinden daha farklıdır, çünkü tek bir hücre birkaç
akson parçasını saracak şekilde farklı dallar uzatabilir (Şekil 9-15).
Hem merkezi hem de çevresel sinir
sistemlerindeki aksonların tümünde miyelin kılıf bulunmaz. Çevresel sinir
sisteminde tüm miyelinsiz aksonlar Schwann hücrelerinin yaptığı basit
yarıklar içinde yer almaktadır (Şekil 9-26). Miyelinli aksonlarla olan
ilişkisinden farklı olarak her bir Schwann hücresi çok sayıda miyelinsiz
aksonu içine alabilir. Miyelinsiz sinir liflerinde Ranvier boğumu bulunmaz,
çünkü Schwann hücreleri kesintisiz bir kılıf oluşturacak şekilde
birleşmiştir.
Çevresel sinir sisteminden farklı
olarak, merkezi sinir sisteminde miyelinsiz aksonların sayısı fazladır, bu
aksonlar kılıfla örtülmemiştir. Beyinde ve omurilikte akson uzantıları diğer
nöron ve glia uzantıları arasında serbestçe uzanmaktadır.
Çevresel sinir sisteminde, sinir
lifleri sinirleri oluşturmak üzere demetler halinde gruplar oluşturur. Az
sayıda miyelinsiz liften oluşan çok ince sinirler hariç sinirler, miyelin ve
kolajen içeriği nedeniyle beyaz, homojen, parlak bir görünüm sergiler.
Sinirler (Şekil 9-32 ile 9-36 arası) dıştan, epinöryum
adı verilen ve tıkız bağ dokusundan oluşan fibröz bir örtü ile sarılmış
durumdadır, epinöryum aynı zamanda sinir lifi demetleri arasındaki boşluğu da
doldurur. Her demet, yassılaşmış, epitele benzer hücrelerin yaptığı tabakalardan
oluşan ve pe- rinöryum adını alan bir yaprak ile sarılmıştır. Perinöryum
yaprağındaki her tabakada bulunan hücreler kenarlarından sıkı bağlantılarla
birbirlerine tutunmuştur. Bu şekildeki düzenleniş perinöryumu, pek çok
makromolekülün geçmesini önleyen bir engel haline getirir ve bu yapıya, sinir
liflerinidışarıdan gelebilecek saldırılara
karşı koruma gibi önemli bir işlev yürütür. Perinöryum kılıfının içinde Schwann hücresi
tarafından sarılmış aksonlar ve bunlara ait gelişmekte olan bağ dokusu, yani
endonöryum yer alır (Şekil 9-33). Endo- nöryurn, Schwann hücrelerinin
yaptığı retiküler liflerden oluşan ince bir tabakadan oluşur.
Sinirler, beyin ve omurilik merkezleri ile duyu organları ve efektör
organlar (kaslar, bezler, vb.) arasında iletişim kurar. Merkezi sinir
siteminden gelen ve merkezi sinir sistemine giden getirici ve götürücü liflere
sahiptir. Getirici lifler vücudun iç bölgelerinden ve çevreden gelen bilgiyi merkezi
sinir sistemine taşır. Götürücü lifler merkezi sinir sisteminden gelen
uyarıları, bu merkezlerin yönettiği efektör organlara taşır. Yalnızca duysal
liflere sahip sinirlere duysal sinirler denir; yalnızca uyarıları efektöre taşıyan
liflerden oluşan sinirlere ise motor sinirler adı verilir. Çoğu sinirde hem duysal
hem de motor lifler bulunur, bunlara karışık sinirler denir; bu sinirlerde hem miyelinli,
hem de miyelinsiz aksonlar yer alır (Şekil 9-29).
Gang]İyonlar bağ dokusu tarafından
desteklenen nöron hücre gövdeleriyle glia hücrelerini içeren oval yapılardır.
Sinir uyarılarının aktarımında dağıtım İstasyonu olarak iş gördiik- lerinden, her gangliyona bir sinir girerken bir başkası
çıkar. Sinir uyarısının yönü gangliyonun duysal ya da otonom olmasını belirler.
Duysal gangliyonlar merkezi sinir
sistemine giden getirici uyarıları alırlar. İki tip duysal gangliyon vardır.
Bazıları kafa sinirleriyle ilişkilidir (kafa gangliyonları); diğerleri omurilik
sinirlerinin dorsal
kökü ile ilişkilidir ve bunlara da omurilik gangliyonları denir. Omurilik gangliyonları oldukça
belirgin, küçük Nissl cisimcikleri içeren ve çevresinde, uydu hücreleri olarak adlandırılan çok sayıda, küçük
glia hücresi bulunan, iri nöron hücre gövdelerinden oluşur (Şekil
9-37).
Gangliyon hücrelerini, bağ dokusundan
oluşan bir iskelet ve kapsül destekler. Bu gangliyonların nöronları yalancı
çok kutupludur ve bilgiyi bir gangliyonun sinir ucundan, yerel nöronlarla
kurulan sinapslar aracılığı ile omuriliğin gri maddesine gönderir.
Otonom gangliyonlar otonom sinirlerde
ampul şeklindeki genişlemeler olarak görülür. Bazıları belli organların içinde,
Şekil 9-31. Ortadaki çizim ışık mikroskobunda miyelinli bir
çevresel sinir lifini göstermektedir. Bu uzantı, Schwann hücrelerinin
sitoplazması ve miyelin kılıfıyla sarılan bir aksondur. Bir Schwann hücre
çekirdeği Schmidt Lanterman yarıkları ve Ranvier boğumu gösterilmektedir.
Miyelin oluşumu sırasında Schwann hücresi sitoplazma- sının
çevreye doğru yer değiştirmeyen kısmı bu yarıkları oluşturur. Alttaki çizimde bir Ranvier boğumunun ince yapısı
görünmektedir. Schwann hücresi sltoplazmasımn (SH) dış yaprağının gevşek biçimde
kenetlenmiş uzantıları ve aksolemmanın sıkı teması dikkati çekmektedir. Bu
temas aksolemma ile Schwann hücre zarı arasındaki akson çevresi aralığın dışına ve
içine madde hareketini kısıtlayan seçici bir engel şeklinde davranır. Bazal lamina Schwann hücresi
etrafında kesintisizdir. Sinir lifleri, çevresel sinir liflerinin endonöral
kılıfını oluşturan retiküler liflerden zengin bir bağ dokusu tabakasıyla
çevrilidir.
özellikle de intramural gangliyonları
oluşturdukları sindirim kanalında yer alır. Bu gangliyonlarda bağ dokusundan
oluşan kapsüller bulunmaz ve hücreleri, içinde bulundukları organın stroması
tarafından desteklenir.
Otonom gangliyonlarda genellikle çok
kutuplu nöronlar bulunur. Kraniyospinal gangliyonlarda olduğu gibi otonom
gangliyonlarda da ince Nissl cisimcikleri bulunan nöronal perikaryonlar yer
almaktadır.
Otonom gangliyonların nöronları
çoğunlukla uydu hücrelerin oluşturduğu bir tabaka ile sarılı durumdadır, intramural gangliyonlarda,
her nöronun etrafında yalnızca birkaç uydu hücresi görülür.
Otonom (Yun. an tos, kendi başına + notııos, kural) sinir sistemi düz kasların
kontrolü, bazı bezlerin salgı yapması ve kalp ritminin düzenlenmesi ile
ilişkilidir. İşlevi sabit bir iç ortamın (homeostaz) devamlılığını sağlamak üzere vücudun
belli etkinliklerinde düzenlemeler yapmaktadır. Otonom sinir sistemi tanım
olarak motor bir sistem olmasına karşın, organizmanın iç bölgelerinden gelen
duyuları alan lifler eşlik eder.
“Otonom” terimi doğru değildir - çok yaygın
kullanılmasına karşın - çünkü otonom sinir sisteminin işlevlerinin
biiyük bir bölümü tamamen otonom
değildir; bu işlevler merkezi sinir sisteminde düzenlenir ve sıralanır. Otonom
sinir sistemi kavramı esasen işlevseldir. Anatomik olarak merkezi sinir
sisteminde yer alan sinir hücresi topluluklarından oluşur ve sinir
gangliyonları bu liflerin yollan üzerinde yerleşir. Otonom terimi viseral
İşlevlerle ilgili bütün sinir elamanlarını kapsar. Aslında “otonom"
olarak tanımlanan işlevler, en az kas kasılmalarını tetikleyen motor
nöronlarda olduğu kadar merkezi sinir sistemine bağımlı olarak gerçekleşmektedir.
Otonom sinir sistemi iki - nöronlu
bir ağdır. Otonom zincirin ilk nöronu merkezi sinir sisteminde yer alır.
Aksonu çevresel otonom sistemini gangliyonunda bulunan ve zincirin ikinci
nöronunu oluşturan çok kutuplu nöronla sinaps yapar. Birinci nöronun sinir
liflerine (aksonlar) gangliyon öncesi lifler denir; ikinci nöronun efektör
organlara -kas ya da bez- uzanan aksonlarına ise gangliyon sonrası lifler adı
verilir. Bütün gangliyon öncesi uçlarda bulunan sinaps vezikülleri içindeki
kimyasal düzenleyici asetilkolindir, bu madde sinir uyanları ile uçlardan
salgılanır.
Adrenal mediilla
(böbrek üstü bezi medüllası) gangliyon öncesi lifleri alan tek organdır, çünkü
hücrelerin büyük bir
bölümü beze göç ettikten sonra
gangliyon hücresi yönünde değil bez hücresi olarak farklılaşır.
Otonom sinir sistemi hem anatomik,
hem de işlevsel olarak birbirinden farklı iki bölümden oluşur; bunlar sempatik
sistem ve parasempatik sistemdir (Şekil 9-38). Asetilkolin salıveren sinir
lifleri kolinerjik lifler olarak adlandırılır. Koliner- jik lifler arasında,
tüm gangliyon öncesi otonom lifler (hem sempatik, hem parasempatik) ve düz
kaslara, kalbe ve ek- sokrin bezlere giden gangliyon sonrası parasempatik
lifler bulunur (Şekil 9-38).
Sempatik sistemin çekirdekleri (sinir
hücresi gövdelerinin bir araya gelmesi ile oluşur) omuriliğin torasik ve lomber
parçalarında yer alır. Bu yüzden sempatik sistem, otonom sinir sisteminin
torakolomber bölümü olarak da anılır. Bu nöronların aksonları - gangliyon
öncesi lifler - merkezi sinir sistemini ventral kökler ve torasik ve lomber
sinirlerin beyaz bağlantı dallan aracılığıyla terk eder. Sempatik sisteme ait
ganglion sonrası liflerin kimyasal düzenleyicisi norepinef-
rindir, bu madde böbrek üstü bezi medüllası tarafından da
üretilir. Norepinefrin salıveren sinir liflerine adrenerjik (no- repinefrin
için kullanılan başka bir terim olan noradrenalin- den türetilen bir terim)
lifler denir. Adrenerjik lifler, ter bezlerine ve iskelet kasının kan damarlarına
dağılır. Adrenal medCilla hücreleri ganglion öncesi sempatik uyarıya yanıt
olarak epinefrin ve norepinefrin salgılar.
Parasempatik sistemin çekirdekleri
medülla ve orta beyin ile omuriliğin sakral bölümünde yer almaktadır. Bu
nöronların gangliyon öncesi lifleri MMS’yİ dört kafa siniri (III, VII, IX, X)
ve ikinci, üçüncü ve dördüncü sakral omurilik sinirleri ile terk eder. Bu
nedenle parasempatik sisteme otonom sistemin kraniyosakral bölümü de
denmektedir.
Parasempatik dizinin ikinci nöronu
sempatik sistemcle- kinclen daha küçük gangliyonlarcla bulunur; her zaman için
efektör organların içinde ya da yanında yer alır. Bu nöronlar genelde
organların duvarlarında (ör. mide, bağırsaklar) bulunur, bu organlarda gangliyon
öncesi lifler organlara girer ve orada zincirdeki ikinci nöronla sinaps
oluşturur.
Parasempatik sistemin gangliyon öncesi ve gangliyon sonrası
sinir uçlardan salıverilen kimyasal düzenleyici olan asetilkolin,
asetilkolinesteraz tarafından hızlı bir biçimde etkisiz hale getirilir -
parasempatik uyarının sempatik uyarıdan daha farklı ve daha yerel etki
göstermesinin nedenlerinden birisi de budur.
Otonom sinir sistemi tarafından sinir dağıtılan organların
büyük bir bölümü hem sempatik, hem de parasempatik lifleri alır (Şekil 9-38).
Genellikle organlarda bir sistem uyarıcı, diğeri engelleyici etki gösterir.
i klinik bilgi
Erişkin kuşların beyninde bulunan nöronların
bölünebildiği gösterilmesine karşın, memelilerdeki nöronlar genellikle
bölünmez ve hasarı kalıcı kayıp anlamına gelir. Merkezi sinir sistemindeki nöron
uzantıları çok dar sınırlar içinde perikaryonla- rmm sentez aktivitesi
aracılığı ile büyüyerek, yenilenebilir. Çevresel sinir lifleri de
perikaryonları hasar görmediği sürece yenilenebilir.
Sinir
hücresinin ölümü perikaryon
ile buna ait uzantılarla sınırlıdır. Tek bir
bağlantısı olanlar dışında, ölü nörona işlevsel olarak bağlı olan nöronlar
ölmez. Tek bir bağlantısı olan nöronlarda ise yalıtık nöron transnöronal
bozunmaya uğrar.
Sinir
hücrelerinin aksine merkezi sinir sisteminin nöroglia hücreleri ve çevresel
sinir sisteminin Schwann hücreleri ile gangiiyonun uydu hüc
releri mitozla bölünme yeteneğine
sahiptir. Bir hastalık ya da hasar sonucu yitirilen sinir hücrelerinin merkezi
sinir sisteminde bıraktığı boşluklar nöroglia tarafından doldurulur.
Sinirler vücuda yaygın biçimde
dağıldıkları için, sık olarak hasar görürler. Bir sinir aksonu kesildiğinde
önce bozunma değişiklikleri, ardından onarım fazı izlenir.
Yaralı bir sinir lifinde sinir
gövdesine yakın parçada (aksonun beri parçası) oluşan değişiklikleri fark
etmek, uzak parçadakileri (aksonun öte parçası) saptamaktan daha önemlidir.
Yakın parça trofik merkezle (perikaryon) bağlantısını sürdürür ve
çoğunlukla onarılır. Sinir hücresinin gövdesinden ayrılan öte parça bozunur
(Şekil 9-39).
Akson yaralanması perikaryonda
bazı değişikliklere yol açar: Bunlar arasında kromatoliz, yani sitoplazmadaki
bazofilliğln azalması ile sonuçlanan Nissl maddesinin dağılması; perikaryon hacminde
artış; çekirdeğin perikaryonda kenara çekilmesi yer almaktadır. Aksonun beri
parçasının yaraya yakın bölümü kısa bir mesafede bozunur, ancak artıklar makrofajlar
tarafından temizlenir temizlenmez büyüme başlar. Makrofajlar, Schwann hücrelerini
sinir büyümesini kolaylaştırıcı maddeler salgılamaya iten interlökin-1’i
üretir. Hasarın öte tarafında kalan sinir uzantısında hem akson (trofik
merkezinden ayrılmış) hem de miyelin kılıf tamamen bozunur ve artıkları, bağ
dokusu ve nöron çevresindeki kılıflar dışında makrofajlar tarafından
temizlenir. Bu olumsuz değişiklikler gerçekleşirken, Schwann hücreleri
kalan bağ dokusu yaprağı içinde çoğalarak sert hücre sütunları oluşturur. Schwann hücrelerinin
oluşturduğu bu diziler onarım fazı sırasında gerçekleşen akson uzamasına yol
gösterici işlev üstlenir.
Gerileyici değişikliklerden sonra
aksonun beri parçası büyür ve dallanarak, Schwann hücrelerinin
oluşturduğu sütunlar doğrultusunda ilerleyen birkaç filaman oluşturur.
Yalnızca bu sütunlara girebilen lifler büyümeye devam ederek efektör organa
ulaşabilir (Şekil 9-39).
Öte ve beri parçalar arasında çok
geniş bir boşluk olduğunda ya da öte parça toptan yok olduğunda (kol ya da
bacağın kesilmesi durumunda), yeni büyüyen sinir lifleri bir kabarıklık, ya da
nörom oluşturabilir, bu yapı kendiliğinden oluşan ağrı kaynağı olabilir (Şekil
9-33).
Onarımın işlevsel açıdan etkin
olması için liflerin ve Schwann hücrelerinin oluşturduğu sütunların doğru yere yönelmesi
gerekir. Yine de yenilenen her lif birkaç uzantı oluşturduğundan ve her bir Schwann hücresi sütunu yenilenen birkaç liften uzantı
aldığından, onarılma olasılığı yüksektir. Bununla birlikte hasar görmüş karışık
bir sinirde, yenilenen duysal lifler, motor liflerin bulunduğu motor son plağa
bağlı sütunlara doğru büyüdüğünde kasın işlevi geri dönmeyecektir.
Genel durağanlığına karşın sinir sistemi erişkinlerde bir
ölçüye kadar değişebilme özelliği sergiler. Değişebilirlik düzeyi embriyo
gelişimi sırasında çok yüksektir. Fazladan oluşan sinir hücreleri ve başka
nöronlarla doğru sinapslar oluşturama- yan hücreler ortadan kaldırılır. Erişkin
memelilerde gerçekleştirilen çalışmalarda hasar ertesinde nöron devrelerinin
nöron uzantılarının büyümesiyle yeniden düzenlenebildiği ve hasar sonucu
yitirilen sinapsların yerine yenilerini oluştura- bildiği gösterilmiştir.
Dolayısıyla, bir ölçüde işlevsel iyileşme sağlayan yeni sinapslar oluşturulur.
Sinir dokusunun bu özelliği nöron değişebilirliği olarak adlandırılır. Sinir
sistemindeki yenilenme işlemi nöronlar, glia hücreleri, Schwann hücreleri
ve hedef hücreler tarafından üretilen birkaç büyüme faktörü tarafından
denetlenir. Bu büyüme faktörleri nörotropin- ler olarak adlandırılan molekül
ailesini meydana getirir.
Erişkin organlarındaki bazı dokularda
sürekli ya da hasara yanıt olarak yeni hücreler oluşturabilen bir kök hücre
gaıbu bulunur. Bu hücre grubu dokularda sabit kalır: hücre bölündükten sonra,
kardeş hücrelerden yalnızca bir bölümü farklılaşırken, bazıları kök hücre
olarak kalmaya devam eder; böylece kök hücre havuzu sabit tutulur. Sinir
hücreleri, kaza ya da hastalık sonucu yitirilen nöronların yerine yenilerini
oluşturmak üzere bölünmediğinden, sinir kök hücreleri konusu yoğun olarak
araştırılmaktadır. Sinir kök hücresi havuzu doğaı uyarılarla, yitirilen
nöronların yenilenmesini sağlayacak önemli bir yedek oluşturabilir. Erişkin
memeli beyninin ve omuriliğinin bazı bölgelerinde astrositleri, nöronları ve
oligodendrositleri oluşturabilen kimi bölgeler bulunmaktadır. Son yıllarda,
sinir kök hücrelerinin sinir dokusuyla ilişkili olmayan hücreleri bile
oluşturabileceği gösterilmiştir. Bu gözlem, sinir kök hücrelerinin büyük bir
farklılaşma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder