Bağ dokuları vücut şeklinin verilmesinden ve bakımından sorumludur. Bağ dokuları mekanik bir işlev üstlenerek hücre ve organları birbirine bağlamaya yarayan bir matriks oluştururlar ve sonuçta vücuda destek sağlarlar.
Bağ dokusunun yapısı hücreler, lifler ve ara madde olmak üzere 3 bileşenden oluşmaktadır. Esas olarak hücrelerin oluşturduğu diğer doku tiplerinden (epitel, kas ve sinir) farklı olarak bağ dokusunun ana bileşeni hücre dışı maddedir. Hücre dışı madde, protein lifleri (kohıjen, retiküler ve elastik), şekilsiz bir temel madde ve doku sıvısının farklı bileşimlerden oluşur. Temel madde, hücrelerin yüzeyindeki reseptör proteinlerine < integrinler) ve diğer matriks bileşenlerine bağlanarak matriksin dayanıklılığı ve sertliğine katkıda bulunan anyonik makromolekiiller (glikoza- minoglikanlar ve proteoglikanlar) ve çoklu yapışkan glikop- roteinlerden (laminin, fibronektin ve başkaları) oluşan yüksek düzeyde su sever (hidrofilik) akışkan bir komplekstir. Bağ dokusu molekülleri, yapısal işlevlerinin yanında, hücre çoğalmasını ve farklılaşmasını kontrol eden hormonlara yönelik bir depo oluşturmak gibi, başka önemli biyolojik işlevleri de gerçekleştirir.
Bağ dokusu matriksi hücrelerle kan arasında besin ve metabolik atıkların değiş tokuşunu sağlayan bir ortam olarak da işlev görür.
Vücuttaki bağ dokusu tiplerinin çok fazla oluşu, bağ dokusunun yapısal, işlevsel ve patolojik farklılıklarından sorumlu olan 3 bileşeninin (hücreler, üfler ve ara madde) karışımlarında ve ölçüsündeki farklılıkları yansıtmaktadır. Ağırlıklı olarak kolajenden oluşan lifler tendonkırı, aponevrozla- rı, organ kapsüllerini ve merkezi sinir sistemini saran zarları (meninksler) meydana getirir. Çeşitli organların içyapısın- daki trabekülleri ve duvarları da oluşturarak, stromanın ya da başka deyişle organların destek dokusunun en sağlam bileşenini ortaya çıkarır.
Bağ dokuları, uzun şekilli mezenkim hücreleri tarafından oluşturulan embriyonik bir doku olan mezenkimden köken alır. Mezenkim hücreleri oval bir çekirdek, belirgin bir çekirdekçik ve dağınık kromatin ile tanınır. Bu hücrelerin çok sayıda, ince sitoplazmik uzantısı bulunur ve az sayıda lif içeren bol ve ağdalı (viskoz) bir ara madde içine gömülü durumda izlenirler. Mezenkim dokusunun büyük bir bölümü embriyonun orta tabakası olan mezodermden gelişir. Mezoderm hücreleri bulundukları yerden çevreye doğru göç ederek gelişmekte olan organlara yerleşirler. Bu hücreler, tüm bağ dokusu hücre tiplerinin kökenini oluşturmanın yanında, kan hücreleri, endotel hücreleri ve düz kas hücreleri gibi başka yapıları da meydana getirir.BAĞ DOKUSUNUN
HÜCRELERİ
Bağ dokusuna ait bazı hücreler yerel olarak çoğalır ve bağ
dokusu içinde kalır; lökositler gibi başka bazı hücreler
ise diğer bölgelerden gelir ve geçici yerleşim gösterebilir (Şekil 5-1). Bağ
dokusunda bulunan hücre tipleri şu şekilde sıralanabilir: fibroblastlar,
makrofajlar, mast hücreleri, plazma hücreleri yağ hücreleri ve lökositler. Bu
hücrelerin değişik işlervleri labio 5-1 'de özetlenmektedir.
Fibroblastlar kolajen, elastin,
glikozaminoglikan- lar, proteoglikanlar ve çok yönlü yapıştırıcı glikop- roteinleri
sentezler. Fibroblastlar bağ dokularında en fazla bulunan hücredir (Şekil 5-2)
ve hücre dışı matriks bileşenlerinin sentezlenmesinden sorumludur. Bun
hücrelerde etkinlik açısından, aktif ve sessiz olmak üzere iki evre gözlenir.
Yoğun sentez evresindeki hücreler, daha önce sentezlediği matriks içerisinde
dağılmış olarak bulunan durgun fibroblastlardan morfolojik olarak ayrılır. Bazı
lıistologlar fibroblast terimini aktif hücreyi ifade etmek için kullanıp, durgun
hücreyi fibrosit olarak adlandırırlar.
Aktif fibroblastın bol ve düzensiz
dallanmış bir sitoplaz- ması vardır. Ovoid, büyük ve mat boyanan ince kromatin-
li
ve
belirgin çekirdekçik barındıran bir çekirdeği bulunur. Sitoplazma kaba
endoplazma retikulumu yönünden zengindir ve Golgi kompleksi iyi gelişmiştir
(Şekil 5-3, 5-4
ve
5-5).
Sessiz fibroblast ya da başka bir
deyişle fibrosit (Şekil 5- 3), aktif fibroblasttan daha küçüktür ve çoğunlukla
iğ şeklindedir. Uzantılarının sayısı fibroblasttan daha azdır; çekirdekleri
daha küçiik. daha koyu renkli ve uzuncadır; sitoplazma- sı asidofiliktir; az
miktarda RER bulunur.
Fibroblastlar kolajen, retiküler ve
elastik lifleri oluşturan kolajen ve elastin ile amorf hücreler arası maddenin
gliko- zaminoglikanlarını ve glikoproteinlerini sentezler. Fibroblastlar,
hücre büyümesini ve farklılaşmasını etkileyen büyüme faktörlerinin üretiminde
de rol oynarlar. Erişkin bireylerde, bağ dokularındaki fibroblastlar ender
olarak bölünürler; bununla birlikte mitozlar, sadece organizma ek fibroblasta gereksinim
duyduğunda gözlenir.
Tablo 5-1. Bağ dokusu
hücrelerinin işlevleri
|
||
Hücre Tipi
|
Ürünü ya da
etkinliği
|
İşlevi
|
Fibroblast, kondroblast,
osteoblast,
odontoblast
|
Liflerin ve
ara maddenin üretimi
|
Yapısal
|
Plazma hücresi
|
Bağışıksal (savunma)
|
|
Lenfosit (birkaç tip)
|
Bağışısal
olarak yeterli hücrelerin üretimi
|
Bağışıksal (savunma)
|
Eozinofilik lökosit
|
Allerjik ve
damar etkin tepkimelere katılım, mast hücresi etkinliklerinin ve yangısal
işlemin düzenlenmesi
|
Bağışıksal (savunma)
|
Nötrofilik lökosit
|
Yabancı
maddelerin, bakterilerin fagositozu
|
Savunma
|
Makrofaj
|
Sitokinlerin ve başka moleküllerin salgılanması,
yabancı maddelerin ve bakterilerin fagositozu, antijenin işlenmesi ve başka
hücrelere sunulması
|
Savunma
|
Mast hücresi ve bazofilik lökosit
|
Farmakolojik olarak etkin moleküllerin
(ör., histamin) salıverilmesi
|
Savunma (allerjik tepkimelere katılım)
|
Adipöz hücre (yağ hücresi)
|
Nötral
yağların depolanması
|
Enerji deposu, ısı üretimi
|
Şekil 5-2. Sıçan derisi kesiti. Bağ dokusu tabakasında (dermiş), uzun şekilli hücreler olan birkaç fibroblast (F) görülmektedir. H-E boyası. Orta büyütme
Makrofajlar ilk olarak fagositoz
yetenekleriyle ile keşfedilmiş ve ortaya konmuştur. Bu hücrelerin morfolojik
özellikleri işlevsel etkinliklerine ve yerleştikleri dokulara uygun olarak çok
çeşitlilik gösterir.
Tripan mavisi ya da Çini mürekkebi
gibi yaşamla bağdaşır boyalar hayvana enjekte edildiğinde söz konusu hücreler
bu boylan tutarak sitoplazmaları içinde biriktirirler ve bunlar ışık mikroskobu
ile granüller ve vakuoller şeklinde görülür (Şekil 5-6).
Elektron mikroskopla aktif
pinositotik ve fagositik akti- vitelerinin morfolojik karşılığı olan girintili,
çıkıntılı ve çentikli düzensiz yüzeyleri ile ayrımsanır. Genellikle iyi
gelişmiş bir Golgi kompleksi, çok sayıda lizozom ve belirgin kaba endopkızma
retikulumu bulunur (Sekil 5-7 ve 5-H).
Makrofajlar kökenini kemik iliğinden
alan ve bölünerek dolaşımdaki monositleri oluşturan öncül hücrelerden alır
(Yun. nıonos, tek + kytos, hücre). İkinci aşamada bu hücreler veniillerin ve
kapilerlerin duvarlarını aşarak, içinde olgunlaşıp makrofaj özelliklerini kazanacak oldukları bağ
dokusuna göç ederler. Bu yüzden monositler ve makrofajlar olgunlaşmalarının
farklı aşamalarında olan aynı hücrelerdir. Doku makrofajları gittikleri bölgede
çoğalabilirler ve kendileri gibi birçok hücre oluştururlar.
Vücutta bir çok organa dağılmış olan
makrofajlar mononükleer (tek çekirdekli) fagosit sistemi oluştururlar
Şekil 5-4. Aktif (sol) ve sessiz (sağ) fibroblastlar. Her hücrenin dış morfolojik özellikleri ve ince yapısı gösterilmektedir. Aktif olarak sentez yapan fibroblastlar mito- kondri, lipid damlacıkları, Golgi kompleksi ve kaba endoplazma retikulumu açısından sessiz fibroblastlara (fibrositler) göre daha zengindir.
Şekil 5-6. Vital bir boya olan tripan mavisi enjekte edilen sıçanın pankreas kesiti. Üç makrofajın (oklar) boyayı içlerine aldıkları ve granülier halinde topladıkları görülmektedir. H-E boyası. Küçük büyütme.
Şekil 5-8. Bir tümör yakınında birkaç makrofaj ve 2 eozinofili gösteren elektron mikroskop fotoğrafı. Bu şekilde dokunun tümöre karşı gösterdiği tepkide makro- fajların rolü gösterilmektedir
Hücre Tipi
|
Yeri
|
Ana İşlevi
|
Monosit
|
Kan
|
Makrofajların
öncülü
|
Makrofaj
|
Bağ dokusu,
lenf organları, akciğerler, kemik iliği
|
Sitokinlerin,
kemotaktik faktörlerin ve yangı sürecine katılan başka birkaç molekülün
üretilmesi (savunma), antijenin işlenmesi ve sunulması
|
Kupper hücresi
|
Karaciğer
|
Makrofajla
aynı
|
Mikroglia hücresi
|
Merkezi sinir sisteminin sinir dokusu
|
Makrofajla
aynı
|
Langerhans hücresi
|
Deri
|
Antijenin
işlenmesi ve sunulması
|
Dendritik hücre
|
Lenf düğümleri
|
Antijenin
işlenmesi ve sunulması
|
Osteoklast
|
Kan (makrofajların birleşmesi)
|
Kemiğin
sindirilmesi
|
Çok çekirdekli dev hücre
|
Bağ dokusu (birkaç makrofajın birleşmesi)
|
Yabancı
cisimlerin ayrıştırılması ve sindirilmesi
|
M ast hücreleri şekli oval ile yuvarlak arası, çapı 20-30
jıim, sitoplazması bazofilik salgı granülleriyle dolu olan bağ dokusu
hücreleridir. Nispeten daha küçük ve küre biçimli çekirdek ortada yer alır ve
çoğunlukla sitoplazma granülleri taralından örtülür (.Sekil 5-10).
Salgı granülleri 0.3-2.0 pııı
çapındadır. Bunların içi heterojen görünümlüdür ve histamin, proteoglikanlar
gibi aracı ön oluşumları içeren, yumağa benzer belirgin bir iç yapıya sahiptir
(Şekil 5-11). Mast hücrelerinin esas işlevi, yangısal yanıtta kullanılacak olan
kimyasal aracıları depolamaktır.
Mast hücresi granülleri glikozaminoglikanların
içeriğinde bulunan asit köklerinin çok sayıda olması yüzünden metak-
romatiktir. Metakromazi, belli moleküllerin bazı bazik anilin boyaların (ör,
toluidin mavisi) rengini değiştirme özelliğidir. Metakroıuatik moleküller
içeren bir yapı uygulanan boyanın renginden (mavi) farklı bir renk
(morkırmızı) alır. Mast hücresi granüllerinin diğer bileşenleri, enflamasyonda
önem kazanan damar geçirgenliği
artışını sağlayan histamin, nötral proteazlar ve anaflaksinin eozinofil
kemotaktik faktörüdür (ECFA). Mast hücreleri lökotrienleri (C4, D4, E-i), ya da
ana- filaksinin yavaş etkiyen maddesini (SRSA) de salgılar, ancak bu maddeler
hücre içinde depolanmaz. Bunlar daha çok hücre zarı fosfolipidlerinden
sentezlenir ve fibroblastlarkı etkileşim gibi uygun bir uyartının hemen
ardından salıverilir. Mast hücreleri tarafından yapılan moleküller parakrin
salgı ile yerel etki gösterir.Aynı morfolojiye sahip olmalarına
karşın, bağ dokularındaki mast hücrelerinin en az iki grubu vardır. Tiplerden
birisi, deri ve periton boşluğunda bulunan bağ dokusu mast
hücresidir. Diğeri
ise bağırsak mukozasında ve akciğerlerde bulunan mukozal mast
hücresidir. Söz
konusu iki hücre grubunun granül içerikleri de farklılık göstermektedir.Mast hücreleri, kemik iliğindeki
öncül hücrelerden köken alır. Bu önciil hücreler, kanda dolaşır, veniillerin
ve ka- pilerlerin duvarlarını aşar ve çoğalarak larklıalaşacak oklukları
dokulara girer. Pek çok yönden bazofil lökositlere benzemelerine karşın, kök hücreleri
ayrıdır.
Mast hücrelerinin yüzeyinde plazma
hücreleri tarafından üretilen bir immiinoglobulin tipi olan IgE’ye özgü
reseptörler bulunmaktadır. Çok sayıda IgE molekülü mast hücrelerinin ve
kandaki bazofillerin yüzeyine bağlanır; pek azı plazmada kalır.
Şekil 5-12. Mast hücresinin salgısı. 1: IgE
molekülleri yüzey reseptörlerine bağlanır. 2: Antijenle (ör., arı zehiri)
ikinci kez karşılaşıldığında, yüzey reseptörlerine bağlı IgE molekülleri
antijen tarafından karşılıklı olarak birbirine tutturulur. Bu durum adenilat
siklazı etkinleştirir ve sonuçta belli proteinler fosforillenir. 3: Aynı anda,
Ca2+ hücre içine girer. 4: Bu olaylar özgül granüllerin hücre iç
zarına kaynaşmasına içeriklerini dışarıya boşaltmalarına neden olur. 5:
Bunlara ek olarak, fosfolipazlar hücre zarı fosfolipidleri üzerine etkiyerek
lökotrienlerin üretilmesine yola açar. Hücre zarındaki bu dışa çevrilme işlemi
hücreye zarar vermez, hücre yaşamını sürdürür ve yeni gra- nüller sentezlenir.
ECF-A, anafilaksinin eozinofil kemotaktik faktörü.
Plazma hücreleri büyük ve oval
biçimli hücreler olup, gra- nüllü endoplaznıa retikulumu bakımından zengin
olıışu nedeniyle bazofilik sitoplazmaya sahiptir. (Şekil 5-13, 5-14 ve
5-
15).
Çekirdek yakınındaki Golgi kompleksi ve sentrioller normal histolojik
preparatkırda soluk boyanan bir bölge oluşturur.
Plazma hücrelerinin çekirdeği küre
şeklindedir ve merkez bölgenin dışında yerleşmiştir. Çekirdek içinde bütüncül,
kaba lıeterokromatin, yaklaşık eşit büyüklüklerde açık ve koyu sahalar şeklinde
yan yana dizilim gösterir. Bu dizilme şekli bir saatin kadranını andırır,
lıeterokromatin kümeleri kadrandaki numaralara karşılık gelmektedir. Kısacası,
plazma hücresi çekirdeği genelde saat kadranına benzer görünümüyle tanınır.
Bağ dokularında az sayıda plazma hücresi bulunur. Ortalama yaşamları 10-20 gün
gibi kısa bir süredir.
Yağ hücreleri (adipositler; Lat. cıcleps, yağ + Yun. kytos) nöt- ral yağların depolanması ya da
ısı üretilmesi için özelleşen bağ dokusu hücreleridir. Çoğunlukla yağ hücreleri olarak adlandırılan bu hücreler
ayrıntılı olarak 6. Bölümde anlatılmıştır.
Normal
bağ dokusunda diapedez ile kandan göç eden lökositler bulunur. Lökositler (Yun.
leıtkos, cık + kytos) ya da akyuvarlar bağ
dokusunun gezgin hücreleridir. Kapilerlerin ve postkapiler veniil- lerin
duvarlarını aşarak kandan bağ dokusuna geçerler. Bu işlem yangılanma sırasında büyük
ölçüde artar (Şekil 5-16). Yangılanma, çoğu olguda patojen bakteriler ya da
tırmalayıcı kimyasallar olmak üzere yabancı maddelere karşı oluşan damarsal ve
hücresel bir tepkidir. Yangılanmanın bilinen belirlileri ilk kez Celsus
tarafından (İ.S. birinci yüzyıl) ağrılı ve sıcak kızarıldık ve şişme (rubor et
tumor cııın calore et dolore) biçiminde tanımlanmıştır. Çok sonraları bunlara
besinci ana belirti olarak işlev kaybı (funetio laesa) eklenmiştir.
Şekil 5-14. Plazma
hücresinin ince yapısı. Hücrede immünglobulinler (antikorlar) içeren geniş
sarnıçlarıyla iyi gelişmiş bir granüllü endoplazma retikulumu bulunur. Plazma
hücrelerinde salgılanan proteinler salgı granülleri şeklinde toplanmaz. Çk,
çekirdekçik. (Yeniden çizim ve basım, izinle, Ham AW:
Histo- logy, 6th ed. Lippincott,
1969.)
Şekil 5-15. Çok miktarda
kaba endoplazma retikuiumu bulunan bir plazma hücresinin elektron mikroskop
fotoğrafı. Endoplazma retikuiumu sarnıçlarının (R) çoğu genişlemiş durumdadır.
Çekirdeğin (Ç) yanında Golgi kompleksinin (G) dört ayrı görünüşü görülmektedir.
M, mitokondriyumlar. (İzin alınarak, P. Abrahamsohn)
Şekil 5-16. Yangılı bir
bağırsağın lamina propria kesiti. Yangıya, nematod parazitozu yol açmıştır.
Bir araya toplanan eozinofiller ve plazma hücreleri esas olarak bağ dokusunda
işlev görerek yangı- sal süreci ayarlar. Giemsa boyası. Düşük büyütme.
Vücudun çeşitli bölmelerinde (kan, lenf, bağ dokuları,
lenfatik organlar) sürekli dolaşan lenfositler hariç, lökositler bağ dokusuna
yerleştikten sonra tekrar kana dönmezler. Lö- kositlerin işlevleri ve yapısına
ilişkin ayrıntılı bir çözümleme 12. bölümde yer almaktadır.
Bağ dokusunun liflerini uzun yapılar
biçiminde polimerleşmiş (zincir oluşturan) proteinler oluşturur. Bağ dokusunun
üç ana lif tipi kolajen, reti- küler ve elastik liflerdir. Kolajen ve retiküler lifleri
kolajen
proteini, elastik
lifleri ise esas olarak elastin proteini oluşturur. Bu lifler farklı
tip bağ dokuları arasına eşit olmayan şekilde dağılmıştır. Aslında kolajen ve
retiküler liflerden oluşan kolajen sistemi ve elastik, elaunin ve oksitakın
liflerden oluşan elastik sistem olmak üzere iki lif sistemi bulunur. Çoğu kez
baskın olan lif tipi dokuya özgü niteliklerin oluşturulmasından sorumludur.
Kolajenler evrim sürecinde birkaç
(esas olarak yapısal) işlevi yerine getirmek üzere seçilmiş proteinlerden
oluşan bir ailedir. Çok hücreli organizmaların evrimi sırasında, çevre
etkilerine ve işlevsel gereksinimlere göre kıvamı, esnekliği ve dayanıklılığı
değişik derecelerde olan bir yapısal proteinler ailesi gelişmiştir. Bu
proteinler topluca kolajen olarak adlandırılır ve belirgin
olarak deri, kemik, kıkırdak, düz kas ve bazal laminada çeşitli
tipleri bulunur.
Kolajen, insan vücudunda en bol bulunan proteindir, kuru
ağırlığın % 30’unu oluşturur. Omurgalıların kolajenleri birkaç hücre tipi
tarafından üretilir ve bunlar, moleküler bileşimleri, morfolojik özellikleri,
dağılımları, işlevleri ve patolojileri ile birbirlerinden ayrılır. (Tablo
5-3). Kolajenler yapı ve işlevlerine göre aşağıdaki gruplara ayrılır.
Uzun LIfçİkler Oluşturan Kolajenler
Uzun lifçik oluşturan kolajen molekülleri elektron mikroskopla
net olarak görülebilen lifçikler halinde bir araya gelir (Şekil 5-17). Bunlar,
tip I, II, III, V ve XI kolajendir. Tip I kolajen miktarı ve dağılımı en fazla
olan tiptir. Dokularda klasik olarak kolajen lifler olarak adlandırılan ve kemik, denlin,
tendón, organ kapsülleri ve dermis gibi yapıları oluşturan
bieşenler halinde bulunur.
LiFÇİKLE
İLİŞKİLİ KOLAJENLER
Lifçikle ilişkili kolajenler, kolajen lifçiklerini
birbirine ve hücre dışı matriksin başka bileşenlerine bağlayan kısa yapılardır.
Bunlar tip IX, XII ve XIV kolajenlerdir.
Ağ Oluşturan Kolajenler
Ağ oluşturan kolajen, molekülleri
bazal laminanm yapısal bileşenini oluşturan bir ağ şeklinde toplanmış olan tip
IV kolajendir.
Tutturucu Lîfçİk Kolajenlerİ
Tutturucu kolajen, kolajen liflerini
bazal laminaya bağlayan tip VII kolajendir.
Eskiden fibroblastlar,
kondroblastlar, osteobkıstlar ve odontoblastlarkı sınırlı olduğuna inanılan kolajen sentezinin bu proteini üreten pek çok hücre
tipinde yaygın gerçekleştiği bugün bilinen bir gerçektir. Kolajeni oluşturan
esas aminoasitler glisin (%33,5), prolin (%12) ve hidroksiprolindir (%10).
Kolajenin yapısında, bu proteine özgü hidroksipro- lin ve hidroksilizin olmak üzere iki amino asit bulunur.
Kolajen lifçiklerini meydana getirmek
üzere polimerize olan protein birimi, boyu 280 nııı, eni 1.5 nııı olan ve tro- pokolajen ismini alan uzun bir moleküldür.
Tropokolajen üçlü bir sarmal halinde örülmüş üç polipeptid zinciri altbiri-
minden oluşur (Şekil 5-5). Kolajenin değişik tiplerinin ortaya çıkmasından bu
polipeptid zincirlerinin kimyasal yapısındaki farklılıklar sorumludur.
Tip 1, II, III kolajenleıde
tropokolajen molekülleri mikro- lifçik alt birimleri halinde kümelenerek lifçikleri meydana getirmek üzere
paketlenirler. Bu birimlerin paketlenmesi ve birleşmesinde hidrojen bağları ve
hidrofobik etkileşimler önemlidir. Bir sonraki adımda bu yapı lizil oksidaz
enzimi etkinliği ile kolaylaştırılan kovalent çapraz bağlarla güçlendirilir.
Kolajen lifçikleri, çaplan değişken
(20-90 nııı arasında değişir), boyları birkaç mikrometre olabilen ince uzun
yapılardır. Tipik olarak, aralıkları 64 nm olan enine çizgilenme- ler gösterir
(Şekil 5-18). Kolajen lifçiklerinin enine çizgilen- meleri alı birimi oluşturan
tropokolajen moleküllerinin üst üste düzenlenmesi ile oluşur (Şekil 5-19). Koyu
bantlar elektron mikroskop araştırmalarında kullanılan kurşunlu boyayı daha
iyi tutarlar, çünkü bunlarda açık bantlara göre sayıca daha fazla bulunan
serbest kimyasal gruplar kurşun çözeltisi ile daha yoğun reaksiyona girerler.
Tip I ve III kola- jeııde bu lifçikler, lifleri oluşturacak şekilde bir araya
gelir. Tip l kokıjende lifler, demetler oluşturacak şekilde birleşir (Şekil
5-19). Tip II kolajen (kıkırdakta bulunur) lifçikler şeklinde oluşur ancak lif
ya da demet meydana getirmezler (Şekil 5-20). Tip IV kolajen bazal laminada
bulunur, lifçik ya da lif oluşturmaz. Moleküler yapılanması yüzünden tip IV
kolajen kümes teli yapısı gösterir.
Tip I kolajen vücutta yaygın dağılım
gösterdiğinden, sentezi üzerinde ayrıntılı araştırmalar yapılmıştır. Kolajen
sentezi Şekil 5-21’de özetlenen biçimde birkaç basamakta gerçekleşir:
1.
Polipeptid
a zincirleri kaba eııdoplazma retikuiumu zarlarına bağlı poliribozomlar
üzerinde bir araya getirilir ve endoplazma retikuiumu sarnıçları içine preprokolajen molekülleri halinde aktarılırlar.
Sinyal peptidi kırpılarak ayrılır ve bu şekilde prokolajen oluşturulur.
2.
Prolin
ve lizin polipeptid zincirlerinin yapısına katıldıktan sonra bu aminoasitler
hidroksilleşir. Hidroksilleşme, peptid zinciri belirli en az uzunluğa
ulaştıktan sonra ve henüz ri- bozomlara bağlı iken başlar. Burada rol alan 2
enzim pep- tidil prolin hidroksilaz ve peptidil lizin hidroksilazdır.
3- Hidroksilizin,
hidroksilleştirildikten sonra glikozilleştiri- lir. Değişik kolajen tiplerinde
hidroksilizine galaktoz ya da glikozilgakıktoz şeklinde bağlı değişik
miktarlarda karbonhidrat bulunur.
Tablo 5-3. Kolajen tipleri
Tipi
|
Molekül
Bileşimi
|
Yapısı
|
Işık
Mikroskop Özellikleri
|
Bulunduğu
Dokular
|
Ana İşlevi
|
Lifçik
oluşturan kolajen
|
|||||
I
|
[a1 (l)]2
[a2(1)J
|
300 nm
boyunda molekül,
67 nm
kalınlığında şeritli lifçikler
|
Kalın,
pikrosirius ile yüksek düzeyde çift kırıcı, argirofil olmayan lifler
|
Deri,
tendon, kemik dentin
|
Gerilmeye
karşı direnç
|
II
|
[0C1 (ll)]3
|
300 nm
boyunda molekül,
67 nm
kalınlığında şeritli lifçikler
|
Gevşek
lifçik toplulukları, çift kırıcı
|
Kıkırdak,
camsı cisim
|
Basınca
karşı direnç
|
III
|
[a1 (lll)]3
|
67 nm
kalınlığında şeritli lifçikler
|
ince, zayıf
çift kırıcı, argirofil lifler
|
Deri, kas,
kan damarları, genelde tip I ile birlikte
|
Genleşebilen
organlarda yapının korunması
|
V
|
[«1 (V)İ3
|
390 nm
boyunda, N-ucunda globüler bölge
|
Çoğunlukla
tip I ile birlikte lif oluşturur
|
Fetal
dokular, deri, kemik, plasenta, bağırsak dokularının büyük bölümü
|
Tip I
kolajenin işlevine katılma
|
XI
|
[a1 (XI)]
[a2 (XI)] 300 nm boyunda molekül [o3 (XI)]
|
Küçük lifler
|
Kıkırdak
|
Tip II
kolajen işlevine katılma
|
|
Lifçiklerel
ilişkili kolajen
|
|||||
IX
|
[a1 (IX)]
[oc2 (IX)) 200 nm boyunda molekül [a3 (IX)]
|
Görünmez,
immünohistokimya ile saptanır.
|
Kıkırdak,
camsı cisim
|
Glikozaminogli-
kanları bağlama tip II kolajenle ilişkili
|
|
XII
|
[a1 (Xll)]3
|
N ucu
bölgesi büyük; haç şeklinde molekül
|
Görünmez,
immünohistokimya ile saptanır.
|
Embriyo
tendonu ve derisi
|
Tip I
kolajenle etkileşme
|
XIV
|
[a1 (XIV)]3
|
N ucu
bölgesi büyük; haç şeklinde molekül
|
Görünmez,
immünohistokimya ile saptanır.
|
Fetus derisi
ve tendonu
|
|
Tutturcu
lifçikler oluşturan kolajen
|
|||||
VII
|
[cx1 (XIV)]3
|
450 nm
boyunda her iki ucunda globüler bölge
|
Görünmez,
immünohistokimya ile saptanır.
|
Epitel
|
Derinin
epitel bazal laminasını alttaki stromaya tutturma
|
Ağ oluşturan
kolajen
|
|||||
IV
|
[a1 (Vll)]2
[o1 (iv)]
|
iki boyutlu
ağ
|
Görünmez,
immünohistokimya ile saptanır.
|
Tüm bazal
membranlar
|
Kırılgan
dokuları destekleme, süzme
|
4.
Her a zinciri, hem amino ve hem de karboksil uçlarında kayıt peptidleri adı verilen fazladan peptid
uzantılarıy
la semerlenirler. Kayıt peptidleri muhtemelen uygun alfa zincirlerinin (al ve a2) düzgün bir üçlü sarmal halinde bir araya gelmesini sağlar. Ayrıca, başka peptidler de bu işlem sonucunda ortaya çıkan prokolajen molekülünü çözünür lıale getirir ve hücre içinde erkenden toplanarak kolajen lifçikleri halinde çökelmesini önler. Prokolajen bu haliyle hücre dışına aktarılır.
la semerlenirler. Kayıt peptidleri muhtemelen uygun alfa zincirlerinin (al ve a2) düzgün bir üçlü sarmal halinde bir araya gelmesini sağlar. Ayrıca, başka peptidler de bu işlem sonucunda ortaya çıkan prokolajen molekülünü çözünür lıale getirir ve hücre içinde erkenden toplanarak kolajen lifçikleri halinde çökelmesini önler. Prokolajen bu haliyle hücre dışına aktarılır.
5.
Hücre
dışında prokolajen peptidazlar adı verilen özel proteazlar kayıt peplidlerini ortadan
kaldırır. Bu değiştirilmiş protein tropokolajen olarak adlandırılır ve poli- merik
kolajen lifçikleri halinde toplanabilme yeteneğine sahiptir. Hidroksiprolin
kalıntıları polipeptid zincirleri arasında hidrojen bağları meydana getirerek
üçlü tropokolajen sarmalının dayanıklılığına yardımcı olur.
6.
Kolajen
lifçikleri lifleri oluşturmak üzere kendiliğinden birleşir. Tropokolajenin
lifçikleri oluşturmasında ve lif- çiklerden liflerin oluşturulmasında
proleoglikanlar ve yapısal glikoproteinler önemli bir rol oynar.
7. Tropokolajen molekülleri arasında
kovalen bağların oluşmasıyla lifçik yapısı güçlendirilir. Bu işleme hücre dışında
da etki gösteren bir enzim olan lizil oksidaz aracı olur.
Şekil 5-17. Elektron mikroskop
fotoğrafında insan kolajen lifçiklerinin enine ve uzamına kesitleri. Her lifçik
düzenli bir dönüşümle dizilen koyu ve açık bantlardan oluşur ve bunlar enine
çizgiler oluşturur. Ara madde lifçikleri çepeçevre sarar. x100,000.
Diğer lifçik kolajenleri de çok az
farklılık bulunsa da, büyük olasılıkla tip I kolajen için açıklanan kalıba
göre sentez- lenir.
Kolajen sentezi kapsamında orijinal prokolajen
polipep- tidi üzerinde translasyon sonrası kendine özgü bir dizi biyo-
kimyasal değişiklik gerçekleşir. Bütün bu değişiklikler normal
olgun kolajenin işlevinde ve yapısında çok büyük bir öneme sahiptir. Kolayen
Şekil 5-18. Kolajenin en fazla bulunan tipi
olan tip I kolajende, her molekül (tropokolajen) her birinin molekül kütlesi
100 kDa olan ve hidrojen bağları ve hidrofob etkileşimlerle tutunarak sağa
sarmal oluşturan, iki a1 ve bir a2 peptid sincirinden oluşur. Sarmalın her bir
turu 8,6 nm boyundadır. Her tropokolajen molekülünün boyu 280 nm, eni ise 1,5
nm’dir.
biyosentezinde çok sayıda basamak bulunması nedeniyle, işlemin enzim hataları
ya da hastalıklar t
aralından kesintiye uğradığı birçok nokta bulunur.
Kolajen yenilenmesi genelde çok yavaş süren bir işlemdir.
Tendonlar ve bağlar gibi bazı organlarda kolajen çok durağan iken, periodontal
bağ dokusu gibi organlarda kolajenin yenilenme hızı çok yüksektir. Kolajenin
yenilenmesi için öncelikle parçalanması gerekir. Parçalanma işlemini kolaje- nazlar adı verilen özgül enzimler başlatır.
Bu enzimler kolajen molekülünü ikiye böler ve ardından özgül olmayan
proteazlar (proteinleri parçalayan enzimler) bölünen kısımları parçalar.
Şekil 5-19. Kolajen
moleküllerinin (tropokolajen), İpçiklerinin, liflerinin ve demetlerinin
şematik çizimi. Her birinin uzunluğu 280 nm olan çubuk şeklindeki tropokolajen
alt birimleri basamaklar biçiminde üst üste gelmektedir (1). Bu düzenleme,
ardışık olarak yinelenen kovuklu ve üst üste binen bölümleri oluşturarak (2),
elektron mikroskopta kolajen lifçiğine özgü 64 nm’lik açık ve koyu bantları
ortaya çıkarır (3). Lifçikler (4), kolajen lifleri olarak adlandırılan
demetleri oluşturmak üzere toplanır (5). Tip III kolajen genelde demetler
oluşturmaz.
Şekil
5-20. Hyalin
kıkırdak matriksinde yaygın ara madde içine dağılmış ince tip II kolajen
lifçiklerini gösteren elektron mikroskop fotoğrafı. Lifçiklerdeki enine
çizgiler kolajenin kondroitin sülfatla etkileşimi yüzünden belirgin biçimde se-
çilememektedir. Ortada bir kondrosit parçası yer almaktadır. Bu lifçiklerin
görünümü ile fibröz kıkırdaktaki liflerin görünümünü karşılaştırınız (Bkz. 7.
Bölüm Şekil 7-8)
Tip I kolajenden oluşan kolajen
lifleri bağ dokusunda sayıca en fazla bulunan lif tipidir. Taze kolajen
lifleri renksiz diziler oluşturmalarına karşın, sayıları çok fazla okluğunda,
bulundukları dokuya (ör., tendonlar, aponevrozlar) beyaz renk verirler.
Kolajen liflerindeki uzun tropokolajen moleküllerinin
yönelimi ışığı çift kırıcı özelliğini verir. Kolajen içeren lifler kolajen
moleküllerine koşut seyreden ışınsal dizilime göre bağlanan uzun moleküllere sahip asit
nitelikli bîr boyayla (ör., Sİrİus kırmızısı) boyandığında, kolajenin normal
ışığı çift kırıcılığı belirgin biçimde artar ve güçlü bir sarı renk oluşturur
(Şekil 5-22). Işığı çift kırıcılık artışı, yalnızca kolajen gibi molekülleri
düzenli yönelime sahip yapılarda ortaya çıkması nedeniyle, kolajenin saptanması
için özgül bir yöntem olarak kullanım alanı bulur.
Hastalık
|
Kusur
|
Semptomlar
|
Ehlers Danlos Tip IV
|
Tip lll’ün hatalı transkripsiyonu veya translasyonu
|
Aort ve/veya bağırsak yırtılması
|
Ehlers Danlos Tip VI
|
Lizinin hatalı hidroksillenmesi
|
Derinin esnekliğinin azalması, göz küresi yırtılması
|
Ehlers Danlos Tip VII
|
Prokolagen peptidaz aktivitesinde azalma
|
Eklemlerin hareketliliğinde artış, habitüel çıkıklar
|
Skorbüt
|
C vitamini (prolin hidroksilaz kofaktörü) eksikliği
|
Dişeti ülserleşmesi, kanaması
|
Osteogenezis
imperfakta
|
Tip 1 kolajen genlerinde Kendilğinden kırıklar, bir nükleotidin kalp yetersizliği değişmesi
|
Işık mikroskopta, kolajen lifleri asidofildir; eozinle pembe, mallory
üçlü boyasıyla yeşil ve Sirius kırmızısıyla kırmızı boyanır.
Retiküler lifler esas olarak tip III kolajenden oluşur. Retiküler liiler,
çapı 0,5-2 pm olan ince liflerdir ve belli organlarda yaygın bir ağ
oluştururlar.
Şekil 5-21. Kolajen sentezi. Üçlü sarmalın bir
araya gelmesi, hidroksillenmesi ve glikozillenmesi, 3 zincirin granüllü
endoplazma retikuiumu (GER) zarını geçmesiyle başlayan ve eş zamanlı olarak
gerçekleşen işlemlerdir. Kolajen sentezi birden fazla genin ifadesine ve post
translasyonel olaya bağlı olduğundan, çok sayıda kolajen hastalığı
tanımlanmıştır.
Hematoksilen-eozin (HE) preparatlarında görülemez ancak, gümüş
tuzlarıyla siyaha boyanarak kol
ayca görülebilir. Gümüş tuzlarına karşı
sergilediği eğilim yüzünden bu lifler argirofilik (Yun. cırg)>ros,
günıiiş + phi!ein= sevmek) olarak adlandırılırlar (Şekil 5-25).
Retiküler lifler aynı zamanda PAS
pozitiftirler. Hem PAS pozitif ve hem de argirofilik özellikleri bu liflerin
yapısındaki glikoprotein içeriğinin yüksek miktarda olmasıyla açıklan-
maktadır. Kolajen liflerde %1 olan heksozkırın oranı retiküler liflerde %
6-1’dir. İmmünohistokimyasal ve histokimyasal kanıtlar retiküler liflerin (tip
I kolajenden yapılmış kolajen liflerin aksine) diğer tip kolajenler, glikoproteinler
ve prote- oglikanlarla birlikte, esas olarak tip III kolajenden meydana geldiğini
göstermiştir. Retiküler lifler gevşek olarak paketlenmiş bol miktarda küçük,
muhtemelen proteoglikan ve glikoprotein içeren, lifçikler arası köprülerle bir
araya toplanmış ince (ortalama 35nm) lifçikten oluşur (Şekil 5-26). Retiküler
lifler, çaplarının küçük olmasından ötürü, Sirius kırmızısı ile boyanarak
pokırize mikroskopta bakıldığında, yeşil renk sergiler.
Retiküler lifler özellikle düz kas, endonöryum ve hema-
topoetik (ya da hemopoetik) organların iskeletlerinde (ör., dalak, lenf düğümü,
kırmızı kemik iliği) bol miktarda bulunur ve parenkimal organların (ör.,
karaciğer, endokrin bezler) hücreleri etrafında bir ağ oluşturur. Retiküler
liflerin çaplarının küçük ve dağılımlarının gevşek olması atardamarlar, dalak,
karaciğer uterus ve ince bağırsak kas tabakası gibi şekil ve hacim
değişikliğine uğrayan organlarda esnek bir ağ oluşturmaktadır.Elastik Lif Sistemi
Elastik lif sistemi 3 tip liften
(oksitalan, elaunin ve elastik) oluşur. Elastik lif sisteminin yapıları peşpeşe
3 evrede gerçekleşir (Şekil 5-27 ve 5-28). Birinci evrede fibrilin adı verilen
büyük moleküllü başta olmak üzere, çeşitli glikoprotein- lerin oluşturduğu 10
nm'lik mikro lifçik demetlerinden oluşan bir lif olan oksitalan ortaya çıkar.
Fibrilin elastinin toplanması için gereken katlanma ile ilişkili bir
proteinler ailesidir. Hatalı fibrilin, parçalı elastik lifçiklerin oluşmasına
yol açar. Oksitalan (Yun. oxys, ince) lifler gözün zonula liflerinde ve
dermişin elastik sistemi bazal laminaya bağladığı bölgede bulunabilir.
Oluşumun ikinci aşamasında oksitalan mikro lifçiklerinin arasına elastin
proteininin düzensiz olarak birikerek elaunin (Yun. ekıunem, yönlendirmek)
liflerini oluşturduğu görülür. Bu yapılar dermişteki ter bezlerinin çevresinde
bulunur. Üçüncü aşamada elastin, lif demetlerinin ortasını dolduruncaya dek
artarak birikir ve daha sonra bunları ince bir mikro lifçik kılıf sarar. Bu
şekilde oluşan elastik lifler, elastik lif sisteminin en yaygın bileşenidir.
Oksitalan lifler elastik değildir ve çekme güçlerine karşı oldukça
dayanıklıdır. Oysa elastin proteininden zengin olan elastik lifler, gerilme
karşısında kolaylıkla esnerler. Elastik lif sistemi, farklı oranlarda mikro
lifçik ve elastin ile yerel doku
gereksinimlerine uygun olan değişken
işlevsel özelliklere sahip bir lif ailesi oluşturur.
Proelastin, bağ dokusundaki
fibıoblastlar ve kan damarlarındaki düz kas hücreleri tarafından sentezlenen
küre biçimli (molekül kütlesi 70 kDa) bir moleküldür. Proelastin
polimerleşeıek, olgun liflerde daha fazla miktarda bulunan ve şekilsiz kauçuğa
benzeyen bir glikoprotein olan elastini oluşturur. Elastin kaynamaya, asil ve
alkali ile işleme ve olağan proteazlarla sindirime karşı dayanıklıdır.
Pankreatik elastaz ile kolayca hidrolize edilir.
Elastinin aminoasit bileşimi kolajene
benzer, çünkü her ikisi de glisin ve prolinden zengindir. Elastin desmoziıı ve
izodesmozin olmak üzere 4 lizin kökü arasında kovalen tepkime ile oluşturulan,
olağandan farklı iki aminoasit içerir. Bu tepkimeler elastinle etkin bir
biçimde karşılıklı bağ oluşturur ve söz konusu proteinin kauçuk benzeri
niteliğini bu bağların oluşturduğu düşünülür. Elastik liflerin esnekliği
kauçuktan 5 kat daha fazladır. Şekil 5-29 elastinin esnekliğini gösteren bir
model görülmektedir.
Elastin bazı kan damarlarının duvarında pencereli zarlar
(elastik lamina) olarak lifsel olmayan biçimde bulunur.
\
Fibrilin genindeki mutasyonlar
Marfan sendro- muna yola açar. Bu hastalık elastik liften zengin dokuların
dayanıksızlığı ile özellik kazanır. Büyük arterler elastik sistem
bileşenlerinden yana zengin ve aort içindeki kan basıncı yüksek olduğu için
hastalarda yaşamı tehlikeye sokan bir durum olan aort yırtılması görülür.
x
ücreler arası ara maclcle, yüksek
oranda su içeren, glikozaminoglikanlar, proteoglikanlar ve çoklu yapışkan
glikoproteinlerden oluşan karmaşık bir karışımdır. Ara maddenin karmaşık
molekül karışımı renksiz ve saydamdır. Bağ dokusunun hücreleriyle liflerinin
arasındaki boşluğu doldurur ve kıvamlı olduğundan kayclırıcı ve dışarıdan gelen
saldırganlara karşı engel görevi görür. Histolojik analiz için uygun biçimde
tespit edildiğinde, bileşenleri doku içinde graniillü bir madde biçiminde
çöker. Bu haliyle elektron mikroskopta elektron yoğun fila-
5-24. A: Pikrosirius boyası ile kırmızı
boyanan anastomoz yapmamış kolajen liflerinin bulunduğu genç sıçan mezenteri
preparatı; orsein boyasıyla boyanan elastik lifler ise, anastomoz yapan, ince,
koyu renkli lifler halinde görülmektedir. Kolajen lifler mezenterin yapısal
desteğini, elastik lifler ise esnekliğini sağlar. Otra büyütme. B: Aynı
preparatın polarize
mikroskop altındaki görüntüsü. Değişken
kalınlıktaki kolajen demetleri görülmektedir. Üst üste gelen bülgelerde
kolajen demetleri koyu renklidir. Orta büyütme.
Şekil 5-26. Retiküler (solda) ve kolajen
(sağda) liflerin enine kesitinin görüldüğü elektron mikroskop fotoğrafı.
Retiküler lifçiklerin (R) çapı kolajen liflerdeki kolajen lifçiklerin çapından
çok daha azdır (C; bkz. iç şekildeki histogram); ayrıca, retiküler lifleri
oluşturan lifçiklerin yüzeyinde olağan kolajen lifçiklerinde bulunmayan, yoğun
bir granüler görüntü bulunmaktadır (sağda). x70,000.
|
||||
|
manlar ya da granulier halinde
görülür (Şekil 5-30 ve 5-31). Ara madde esas olarak 3 bileşenden oluşur: glikozaminog-
likanlar, proteoglikanlar ve çoklu yapışkan glikoprote- inler.
Glikozaminoglikanlar
(ilk zamanlarda asit mukopoli-
sakkaridler olarak
adlandırılırdı) genellikle bir üronik asit ve bir heksozaminden meydana gelmiş,
yinelenen disakka- rid birimlerin oluşturduğu doğrusal polisakkaridlerdir. Hek-
sozamin yapısı glukozamin ya da galaktozamin olabilir ve üronik asit yapısı da glukuronik ya da iduronik asittir. Hyalııronik asit dışında, bu doğrusal
zincirler bir protein öz- değe kovalen bağlarla bağlanarak (Şekil 5-32), bir proteog- likan
molekülünü oluşturur.
Çoğu glikozaminoglikanın karbonhidrat kökünde çok miktarda hidroksil, karboksil
ve sülfat grubu bulunduğundan, glikozaminoglikanlar yoğun su sever özellik
gösterirler ve polianyonlar olarak davranırlar. Hyalııronik asit dışındaki tüm
olgun glikozaminoglikanlar bir miktar sülfat içerir. Proteoglikanların karbonhidrat
kısmı bu makromoleküliin ağırlığının %80-90’ını oluşturur. Proteoglikanlar,
bu özellikleri yüzünden çok sayıda katyona (genellikle sodyuma) elektrostatik
(iyonik) bağlarla bağlanabilir. Proteoglikanlar yoğun su içeren yapılardır ve
molekülün çevresinde kalın bir tabaka halinde çözelti suyu bulunur. Suya tam
doyduğunda, proteoglikanlar susuz durumlarmda- kinden çok daha büyük hacim
(alan) kaplar ve hayli kıvamlı olur.
Şekil 5-29. Elastin molekülleri kovalen
bağlarla bağlanarak, yaygın bir ağ oluşturur. Ağdaki her elastin molekülü gelişigüzel
bir sarmal halinde genleşip, küçülebileceği için, tüm ağ lastik bir bant gibi
esneyip, toplanabilir. (İzinle yeniden basım: Alberts B ve ark:
Molecular Biology of the Celi. Gar- land, 1983.)
Proteoglikanlar, 4 ana glikozaminoglikan olan derma- tan sülfat,
kondroitin sülfatlar, keratan sülfat ve hepa- ran sülfatla ilişkili bir protein özden oluşur.
Tablo 5-5’te gli- kozaminoglikaniarın ve proteoglikanların kimyasal bileşimi ve
dokudaki dağılımı görülmektedir. Proteoglikan, şişe temizleme fırçasına
benzetilebilecek 3 boyutlu bir yapıdır. Bu yapının tel sapını protein öz, buna
tutunan fırça tellerini ise glikozaminoglikanlar oluşturmaktadır (Şekil 5-32).
Kıkırdakta, proteoglikan moleküllerinin hyaluronik asil zincirine tutunarak
büyük molekülleri-proteoglikan kümelerini oluşturdukları gösterilmiştir.
Proteoglikanların asidik gruplan bu moleküllerin kolajenin bazik aminoasit
köklerine tutunmasını sağlar. Proteoglikanlar farklı özellikleriyle
birbirinden ayrılır ve hücre yüzeyi ve hücre dışı matriks makromolekülle- ri
ailesi oluştururlar. Matriks, birkaç farklı tip öz proteini içerebilir ve her biri
farklı boy, bileşim ve sayıda değişik glikozaminoglikanlar barındırabilir. En
önemli hücre dışı matriks proteoglikanlarından birisi, kıkırdakta baskın olan
“agre- kan”dır. Agrekanda birkaç proteoglikan molekülü (kondroitin sülfat
zincirleri içeren) kovalen olmayan bağlarla proteininden hyaluronik asit
molekülüne bağlanır. Hücre yüzey proteoglikanları, başta epitelyum hücreleri
olmak üzere birçok hücre tipinin yüzeyine bağlıdır. Bunlara örnek olarak sindekan ve fibroglikan sayılabilir. Hücre yüzey proteog-
Iikanlarının proteini plazma zarını boydan boya kat ederek, hücrenin sitozolüne
kısa bir uzantı yapar. Öz proteinin hücre dışı uzantısına
glikozaminoglikanlann lıeparan sülfat ya da kondroitin sülfat zincirleri
bağlanır (Şekil 5-33).
Hücre dışı ve yüzey proteoglikanları
hücre dışı matriksin yapısal bileşenini oluşturmalannın ve hücreleri matrikse
tutturmalarının yanında, birçok protein yapılı büyüme faktörünü de (ör.,
TGF-P, fibrobiast dönüştürücü büyüme faktörü) bağlamaktadır.
Proteoglikanların sentezi kaba
endoplazma retikulumun- da (RER) molekülün protein kökünün sentezlenmesiyle başlar.
Glikozillenme kaba endoplazma retikulumunda başlar ve aynı zamanda
sülfatlamanın da gerçekleştirildiği Golgi kompleksinde tamamlanır (Bkz., 2.
bölüm).
Şekil 5-30. Bağ dokusu mat- riksinin yapısal
düzenini gösteren elektron mikroskop fotoğrafı. Kolajen (K) ve elastik (E)
liflerin arasındaki boşlukları dolduran, fibroblastları ve uzantılarını (F)
saran ara madde, küçük granüller halinde görülen bir maddedir. Ara madenin
granüllü özelliği glutaraldehit-tannik asit tespit işleminin sonucu ortaya
çıkan bir yöntem hatasıdır. x100,000.
Bağ dokusndan birkaç glikoprotein ayrılmıştır ve bunlar birbirine komşu erişkin ve embriyonal hücreler arasındaki etkileşimin yanı sıra, hücrelerin sübstratlarma tutunmasında da önemli rol oynar. Fibronektin (Lal. Filmi, lif, + nexus, ara abğlanlı) fibroblastlar ve bazı epitelyum hücreleri tarafından sentezlenen bir glikoproteindir. Kütlesi 222-240 kDa olan bu molekülde hücreler, kolajen ve glikozaminoglikan- hıra yönelik bağlanma bölgeleri bulunur. Bu bölgelerle etkileşim, normal hücre tutunması ve göçünün düzenlenmesine katkıda bulunur (Şekil 5-54 ve 5-35). Laminin, epitel hücrelerinin lamininden zengin bir yapı olan bazal laminaya tutunmasında görev alan büyük bir glikoproteindir (Şekil 5-34 ve 5-36).
Şekil 5-31. Fare endometriyumunun Safranin O
varlığında tespit edildikten sonraki hücre dışı matriksi. Hücreler arası
boşlukları proteoglikanlardan oluşan bir ağ doldurur. Proteoglikan
moleküllerinden bazıları hücre yüzeyi ile yakın temas halindedir (oklar). Orta
büyütme. (C. Greca ve T. Zorn’un izniyle.)
I
Proteoglikanların bozunması
işlemini birkaç hücre tipi gerçekleştirir ve bu işlem lizozomal enzimlerin
varlığına bağlıdır. Lizozomal enzimlerin gli- kozaminoglikanları parçalamasının
engellendiği ve bunun sonucunda dokuda bu bileşiklerin biriktiği bazı
hastalıklar tanımlanmıştır. İnsanlarda Hurler sendromu, Hunter sendromu,
Sanfilippo sendromu ve Morquio sendromu gibi hastalıklarda nedenin lizozomlardaki özgül
hidrolazların bulunmaması olduğu belirlenmiştir.
Hücreler arası madde oldukça
kıvamlı olduğundan, bakterilerin ve başka mikroorganizmaların girişine engel
oluşturur. Hyaluronik asit ve diğer glikozaminoglikanlan hidrolize eden bir enzim
olan hyaluronidazı üreten bakterilerin yayılma yeteneği, bağ dokusundaki ara
maddenin kı- vamlılığını azalttıkları için oldukça yüksektir.
Çoklu yapışkan
glikoproteinler karbonhidratların
bağlanacağı bir protein kökü içerirler. Proteoglikanların aksine, protein kökü
genellikle belirgindir ve bu moleküller yinelenen hekzozaminli disakaridlerin
oluşturduğu doğrusal polidakaridlerden oluşmanıaktadır. Bunun yerine, glikopro-
teinlerin karbonhidrat kökü genelde dallı bir yapıdır.
Şekil 5-32. Proteoglikanların ve
glikoproteinlerin molekül yapısı. A: Proteoglikanlar glikozaminoglikan (GAG)
moleküllerinin kovalen bağlarla bağlanacağı bir öz protein (çizimdeki dikey
çubuk) içerir. Bir GAG bileşenlerinden biri amino grup şekeri, diğeri de üronik
asit olmak üzere yinelenen disakaridlerden oluşan dallanmamış bir polisakarid-
dir. Proteoglikanlar, glikoproteinlerden daha fazla karbonhidrat içerir. B:
Glikoproteinler globüler protein molekülleridir ve bunlara dallı monosakaarid
zincirleri kovalent bağlarla tutunur. (İzinle yeniden
basım: Junqueira LCU,
Carneiro J: Biologia Celular e Molecular, 7a ed.
Editora Guanabara Koogan. Rio de Janeiro, 2000.)
Hücreler, hücre dışı matriks bileşenleriyle kolajene, fib- ronektine ve
lanıinine bağlanan hücre yüzey molekülleri (mairiks reseptörleri) aracılığıyla
etkileşir. Bu reseptörler hücre zarını kat eden bağlaç proteinleri ailesinden
integrin- lerdir. (Şekil 5-37 ve 5-38). İntegrinler, hücre dışı matriks
içindeki ligandlarına nispeten düşük ilgi ile bağlanır ve böy- lece hücrelerin,
bağı koparmaksızın ya da bu bağa yapışır
Şekil 5-33. Hücre yüzey proteoglikanı olan
sindekanın şematik çizimi. Öz protein plazma zarını katederek sitoplaz- mik
bölümünü hücre içine uzatır. Sindekan proteoglikanla- rında 3 heparan sülfat
zinciri ve bazen kondroitin sülfat bulunur.
kalmaksızın çevrelerini yoklamalarını olanaklı kılar.
İntegrin- lerin, başta aktin mikrofilamanları olmak üzere hücre iskeletiyle
etkileşmesi gerekir. İnlegrinierle hücre dışı matıiksin ve hücre iskeleti
elemanlarının etkileşimini paksilin, vinkülin ve talin gibi birkaç hücre İçi protein
düzenler. İntegrinlerin düzenlediği hücre dışı matriks ile hücre iskeleti
arasındaki etkileşimler iki yönlü işler ve hem dokulardaki hücrelerin, hem de
hücre dışı matriksin düzenlenmesinde önemli rol oynar (Şekil 5-37).
I
ı
Hem embriyo gelişiminde, hem de kanser hücrelerinin başka
dokulara yayılma yeteneğindeki artışta fibronektinin ve Iamininin rolü
üzerinde durulmuştur. Fibronektini etkisizleşen farelerin embriyogenez
sürecinin başında ölmesi fibronektinin önemini vurgulamaktadır.
Bağ dokusunda, ara maddeye ek olarak,
iyon ve dağılabilir madde içeriği olarak kandaki plazmaya benzeyen çok az
miktarda sıvı - doku sıvısı olarak adlandırılır - bulunur. Doku sıvısı, az bir
oranda, kanın hidrostatik basıncıyla damar duvarlarından geçen düşük molekül
ağırlıklı plazma proteinleri içerir. Plazma proteinleri, bağ dokusunun az bir
bölümünü oluşturmasına karşın, yaygın dağılımı yüzünden, vücuttaki plazma
proteinlerinin üçte birinin bağ dokusunun hücreler arası matriksinde
depolandığı hesaplanmıştır.
Şekil 5-34. A: Fibronektinin yapısı. S-S
gruplarıyla bağlı bir ikiz (dimer) olan fibronektin tip I kolajene, heparan sülfata,
başka proteoglikanlara ve hücre yüzey reseptörlerine bağlanan dizi halinde
kıvrılmış bölgelerden oluşur. B: Haç şeklinde iç içe geçmiş 3 polipeptid
tarafından oluşturulan lamininin yapısı. Şekilde, molekül üzerindeki hücre yüzey
reseptörlerine ve bazal laminanın bileşenleri olan tip IV kolajene ve heparan
sülfata karşı yüksek ilgisi olan bölgeler gösterilmektedir. Bu yüzden laminin,
hücrelerin bazal lami- naya tutunmasını aracılık eder. (İzinle yeniden basım: Junqu- eira LCU,
Carneiro J: Biología Celular e Molecular, 7a
ed. Editora Guanabara Koogan. Rio de Janeiro, 2000.)
i
I
I
-- I
Ödem hücre dışı boşluklarda su birikmesi sonucunda oluşur.
Bağ dokusunun hücrelerarası maddesi içindeki su, kandan dokunun hücrelerarası
bölgesine kapiler duvarlardan geçerek gelir. Kapiler duvarı makromoleküllere
karşı az geçirgen olmasına karşın düşük molekül ağırlıklı proteinler, su ve
küçük moleküllerin geçmesine olanak verir.
Kan, bağ dokularına hücrelerin
gereksinim duyduğu çeşitli besin maddelerini getirir ve metabolik atık
ürünleri arıtan ve dışarı atan karaciğer, böbrekler gibi organlara götürür.
Kapiler içinde bulunan suya etki eden
iki kuvvet vardır: Suyun kapiler duvarlardan geçmesini sağlayan, kalbin pom-
palayıcı etkisine bağlı kanın hidrostatik basıncı; ve kanı tekrar kapilerlere
döndüren kan plazmasının kolloid osmotik basıncı (Şekil 5-39). Osmotik basınç
esas olarak plazma proteinlerinden kaynaklanır. Kapiler duvarlardan kolayca
geçen
Şekil 5-35. Fare endometriyumunun enine
kesiti. Immüno- histokimyasal boyama endometriyum stromasındaki fibronektinin
dağılımını göstermektedir. Orta büyütme. (D. Tenö- rio and T. Zorn’un izniyle.)
Şekil 5-37. Integrin hücre yüzeyi matriks reseptörü. İnteg- rin,
matriks proteinine ve hücre içi aktin iskeletine (alfa aklinin aracılığıyla)
bağlanarak membran aşan bir bağlantı işlevi görür. Molekül, alfa ve beta
zincirleri bulunan bir hete- rodimerdir. Baş kısmı hücre yüzeyinden dışarıya
doğru, hücre dışı matriks içine 20 pm’ye dek uzanabilir.
iyon ve düşük molekül ağırlıklı
bileşiklerin derişimleri, buradaki kan damarlarının içinde ve dışında aşağı
yukarı aynı olduğundan, bunların uyguladıkları osmotik basınçlar kapi- lerlerin
her iki tarafında eşittir ve birbirlerini dengeler. Buna karşılık kapiler
duvarlarından geçemeyen protein makromo- leküllerin oluşturduğu kolloidal
osmotik basınç, dışarıdaki basınç tarafından dengelenemez ve suyu tekrar kan
damarı içine çekmek ister.
Normal olarak su, kapilerin arteriyel
ucundaki çevre dokulara kapiler duvarlardan geçer. Bunun nedeni buradaki
hidrostatik basıncın kolloidal osmotik basınçtan daha yüksek olmasıdır. Buna
karşılık hidrostatik basınç venöz uca doğru kapiler boyunca azalır.
Kapilerlerden suyun geçmesi sonucu, protein derişimindeki sürekli artış
yüzünden buradaki hidrostatik basınç düşerken, osmotik basınç yükselir.
Protein derişimindeki bu artış ve hidrostatik basınçtaki düşüş sonucunda
osmotik basınç kapilerin venöz ucundaki hidrostatik basınçtan daha fazla olur
ve su tekrar kapilere geri çekilir (Şekil 5-39).
Geri dönen su miktarı kapilerlerden
dışarıya çıkan sudan daha azdır. Bağ dokusu içinde kalan su lenfatik damarlarla
kana geri döner. En küçük lenf damarları bağ dokularında kör bir uç şeklinde
doğan lenfatik kapilerlerdir. Lenfatik damarlar boynun tabanında venlere
boşalır (Bkz., Bölüm 11).
Bağ dokusunun hücreler arası
maddesine giren ve çıkan su arasındaki mevcut denge nedeniyle dokularda çok az
serbest su bulunur.
Bazı patolojik durumlarda doku sıvısı
önemli ölçüde artarak ödeme neden olur. Bu durum, doku kesitlerinde sıvı
artışı nedeniyle bağ dokusu bileşenleri arasındaki genişlemiş boşluklar
şeklinde izlenir. Makroskopik olarak ödem,
o bölgelere basınç uygulandığında kolaylıkla
oluşan ve yavaş kaybolan çukurluk ile özellik kazanır (gode bırakan ödem).
Şekil 5-38. Fare endometriyumundaki integrin
a2’nin flore- san mikroskop fotoğrafı. İntegrin ct2 (yeşil) uterus bez epi- teli
hücrelerinin sitoplazmasında görülmektedir. Çekirdekler (kırmızı) floresan
propidyum iyodür ile boyanmıştır. Orta büyütme. (F. Costa ve P. Abrahamsohn’un
izniyle.)
Ödem, venöz tıkanıklık ya da venöz
kan akışındaki bir azalmanın sonucunda (ör., konjestif kalp yetersizliği) meydana
gelebilir. Bu durum, parazit ya da tümör hücre tıkaçlarına bağlı olarak lenf
damarlarının tıkanması ya da kronik açlık sonucunda ortaya çıkar; protein
yetersizliği, plazma proteinlerinin azalmasına ve kolloidal osmotik basınçta
düşmeye neden olur. Böylece su bağ dokusunda toplanır ve ka- pilerlere tekrar
geri döndürülemez.
Ödemin olası bir başka nedeni de, vücut içerisinde üretilen
(histamin gibi) belirli maddelerin salıverilmesi ya da mekanik ya da kimyasal
yaralanmalar sonucu kan kapiler endotelinin geçirgenliğindeki artmadır.
Buraya kadar anlatılan lifler, hücreler ve temel madde ana
bileşenlerinden oluşan birkaç tip bağ dokusu bulunur. Çeşitli tiplere verilen
isimler ya doku içinde etkin bileşeni ya da dokunun yapısal özelliğini ifade
etmektedir. .Şekil 5-40’ta bağ dokusunun ana tipleri görülmekledir.
Gevşek ve tıkız bağ dokuları olmak
üzere iki tür esas bağ dokusu vardır (Şekil 5-41).
Gevşek bağ dokusu normalde basınca ve hafif sürtünmeye maruz kalan yapıları
destekler. Bağ dokusunun çok yaygın bir tipidir; kas hücre gruplarının
arasındaki boşlukları doldurur, epitel doku-
dermişin papil- ler katında, hipodermiste, periton ve plevra boşluklarının se-
roza örtüsünde, bezlerde ve epitelyum hücrelerini destekleyen mukoza
zarlarında (içi boş organları döşeyen ıslak m e m hra nl ar ) bulunur.
Gevşek bağ dokusu, esas bağ dokusu
tiplerinin tüm ana bileşenlerini barındırır. (Şekil 5-42A). Bu dokuda baskın bileşen
bulunmaz. En çok bulunan hücreler fibroblastlar ve makrofajlardır, ancak tüm
diğer bağ dokusu hücreleri de mevcuttur. Bu dokuda orta miktarda kolajen,
elastik ve reti- kıîler lif bulunur. Gevşek bağ dokusu, dayanıksız bir yapıya
sahiptir, esnektir, damardan zengindir, gerilmeye karşı çok dayanıklı değildir.
Tıkız bağ dokusu, direnç ve koruma sağlamaya
uyarlanmıştır. Gevşek bağ dokusunda bulunan ana bileşenlerden oluşur, ancak
bariz kolajen lif fazlalığı gösterir ve daha az hücre İçerir (Şekil 5- 43, 5-44
ve 5-45). Tıkız bağ dokusu daha az esnektir ve gerilmeye diğer gevşek bağ
dokusu tiplerine göre daha çok dayanıklıdır. Belirli bir düzenleme olmadan
kolajen lifler demetler halinde dizildiğinde tıkız düzensiz bağ dokuları ismini alırlar (Şekil
5-44). Kolajen lifler, bu doku içinde 3 boyutlu bir ağ oluşturarak, her yönden
gelecek gerilmeye karşı direnç sağlar. Bu tip dokuya dermiş gibi bölgelerde
rastlanır.
Tıkız düzenli bağ dokularının kolajen
demetleri belli bir modele göre düzenlenmiştir. Bu dokunun kolajen lifleri aynı
yönde uygulanan uzun süreli gerilmeye karşı bir tepki olarak oluşur, bu nedenle
çekme güçlerine karşı büyük direnç gösterirler.
Tıkız düzenli bağ dokularının en
yaygın örneğini ten- donlar oluşturur. Bu, uzamış silindirik yapılar, çizgili
kasları kemiğe bağlar, renkleri beyazdır ve içlerindeki zengin kolajen lif
miktarının fazla olmasından ölürü çekildiklerinde uzatılamazlar. Birbirine
paralel sıkıca paketlenmiş kolajen demetlerine ve bu demetlerin arasına giren
az miktarda hücreler arası şekilsiz maddeye sahiptirler. Fibrositlerin,
liflere paralel uzayan çekirdekleri ve kolajen demetlerini sarmalayan kıvrımlı
sitoplazma uzantıları vardır. Bu fibrositlerin sitoplaz- ması, hem seyrek
olması, hem de liflerle aynı renge boyanması yüzünden hematoksilen ve eozin
boyası ile zor seçilebilir (Şekil 5-45, 5-46 ve 5-47).
Tendonların kolajen demetleri (birincil
demetler) daha
büyük demetler (ikincil demetler) halinde bir araya gelirler ve her ikisi de kan damarları
ve sinirler bulunan gevşek bağ dokusu ile sarılır. Dış görünüşü ile tendon
tıkız bağ dokusu kılıfı ile çevrilmiştir. Bazı tendonlarda bu kılıf, mezen-
kim kökenli tek katlı yassı hücrelerle örtülü iki katmandan oluşur.
Katmanlardan biri tendona tutunurken, diğeri komşu yapıları örtmektedir. İki
kat arasında kıvamlı bir sıvı içeren (sinovyal eklem sıvısına benzer) bir
boşluk oluşur. Bu sıvı su, proteinler, glikozaminoglikanlar, glikoproteinier
ve iyonları içerir ve tendonun kılıfı içerisinde rahatça kaymasını sağlayan
bir kayganlaştırıcı olarak görev yapar.
Şekil 5-41. Bir lezyonun onarım sürecinde
hazırlanan sıçan deri kesiti. Epitelyum altındaki bağ dokusu (dermis) lezyonun
oluşumundan kısa bir süre sonra ortaya çıkan gevşek bağ dokusudur. Bu bölgede
çoğ fibroblast olan hücreler yoğundur. Dermişin en alt kısmında çoksayıda,
gelişigüzel dağılmış, kalın kolajen lifleri, az ara madde ve birkaç hücre
içeren tıkız düzensiz bağ dokusu bulunur. H- E boyası. Orta büyütme.
Şekil 5-42. Gevşek bağ dokusu kesiti. Çok
sayıda fibroblast çekirdeği düzensiz kollajen lifleri arasına serpiştirilmiş
görülmektedir. Küçük kan damarları oklarla gösterilmiştir. H-E boyası. Orta
büyütme.
Şekil 5-43. Olgunlaşmamış düzensiz tıkız
kolajen dokunun kesiti. Şekilde ince sitoplazma uzantılı (ok başları) çok
sayıda fibroblast (ok) görülmektedir. Kolajen lifler bu hücreleri sıkıştırdığında,
sitoplazma uzantılarının görünümü kesitin konumuna göre değişir; kesit hücre
yüzeyine koşut olduğunda, sitoplazma parçaları görülebilir. PT boyası. Orta
büyütme.
Şekil 5-44. İçinde gelişigüzel düzen
sergileyen çok sayıda kolajen lif demeti bulunan tıkız düzensiz bağ dokusu. H-E
boyası. Orta büyütme.
Şekil 5-45. Düzenli tıkız bağ dokusunun
(tendon) uzamına kesiti. Kolajen lif demetleri uzun fibroblastların arasındaki
boşluğu doldurur. H-E boyası. Orta büyütme.
Elastik doku kalın, paralel, elastik
lif demetlerinden oluşur. Lifler arasındaki boşluk ince kolajen lifler ve yassı
fibroblast- lar tarafından doldurulur. Bu dokudaki elastik liflerin bolluğu
tipik sarı rengi ve büyük esnekliği sağlar. Elastik doku sık görülmemekle
beraber omurganın sarı bağlarında ve penisin aşıcı bağında bulunur.
Çok kırılgan olan
retiküler doku, hücreleri destekleyen 3 boyutlu ağlar oluşturur. Retiküler
doku, retiküler hücreler olarak adlandırılan özelleşmiş fibroblastlarla
birlikte bulunan retiküler lifler içeren bir gevşek bağ dokusudur (Şekil
5-48). Retiküler doku hematopoetik ve lenfoid organlarda (kemik iliği, lenf dii-
Şekil 5-47. Düzenli tıkız bağ dokusunda yer
alan bir fibro- sitin elektron mikroskop fotoğrafı. Fibrositlerin az görünen
sitoplazması, kolajen lifleri arasına uzanan çok sayıda ince uzantı şeklinde
bölünmüş durumdadır. x25,000.
ğümcııkleri ve düğümleri ve dalak) özel bir ortam oluşturan mimari
iskeleti oluşturur. Retiküler hücreler bu İskelet boyunca dağılır ve
sitoplazma uzantılarıyla kısmen retiküler lifleri ve ara maddeyi örter. Bunun
sonucunda ortaya çıkan hücreyle döşeli trabekiil sistemi, içinde hücrelerin ve
sıvıların kolayca hareket edebileceği süngersi bir yapı oluşturur.
Retiküler hücrelere ek olarak mononükleer fagositik sistem hücreleri de
trabeküller boyunca stratejik biçimde dağılır. Bu hücreler, maddelerin sinüs
benzeri boşluklar içindeki yavaş akışını izler ve fagositozla istilacıları
ortadan kaldırır.
Şekil 5-48. Retiküler bağ dokusunda yalnızca
birbirine tutunmuş hücrelerin ve liflerin görünümü (serbest hücreler
gösterilmemiştir). Retiküler lifler, retiküler hücrelerin sitop- lazması ile
sarılmıştır; ancak lifler, hücre dışındadır ve hücre zarı ile sitoplazmadan
ayrılır. Sinüse benzer boşluklarda hücreler ve organların doku sıvıları serbest
bir biçimde do- laşabilmektedir.
Müköz doku esas olarak göbek bağında
bulunur. Müköz dokuda esasen hiyaluronik asitten oluşan bol miktarda şekilsiz
ara madde bulunur (Şekil 5-49). Az sayıda lif bulunan jöleye benzer bir
dokudur. Bu dokunun hücreleri esas olarak fibroblastlardır. Müköz doku, göbek
bağının Wharton peltesi olarak anılan esas bileşenidir. Bu doku, genç diş
pulpasmda da bulunur.
Deyi Z, Adam M: Connective Tissue Research: Chemistry, Biology
and Physiology. Liss, 1981.
Gay S, Miller EJ: Collagen in the Physiology and Pathology of
Connective Tissue.
Gustav Fischer, 1978.
Greca CP ec ai: Ultrastructural cytochemical characterization of
collagen- associated proteoglycans in che endometrium of mice.
Anat Rec 2000:259:413.
Hay ED (editor): Cell Biology of Extracellular Matrix, 2nd ed. Plenum, 1991.
Hogaboam C, Kunkel SL ec al: Novel role of transmembrane SCF for mast cell
activation and eotaxin production in mast cell-fibroblast interaction.
J Immunol 1998;
160:6166.
Jamur MC, Grodzki ACG
et al: Immunomagnetic isolation of rat bone marrow derived and peritoneal mast
cells. J Histochem Cytocliem 1997:45:1715.
Junqueira LCU et al:
Picrosirius staining plus polarization microscopy, a specific method for
collagen detection in tissue sections. Histochem J 1979:11:447.
Junqueira LCU, Montes
GS: Biology of collagen proteoglycan interaction.
Arch Histoljpn 1983:6:589.
Kefalides NA et al:
Biochemistry and metabolism of basement membranes.
Int Rev Cytol 1979; 1:1 <37.
Krstfc RV: Illustrated Encyclopedia of Human Histology. Springer-Verlag, 1984. Mathews MB: Connective Tissue,
Macromolecular Structure and Evolution.
Springer-Verlag,
1975.
Mercalafe DD et al:
Mast cells. Physiol Rev 1997:77:1033.
Montes GS et al:
Collagen distribution in cissues. In: Ultrastructure of the Connective Tissue Matrix. Ruggieri A, Motta PM
(editors). Martinus NijhofF, 1984.
Montes GS, Junqueira
LCU: The use of the picrosirius-polarization method for the study of
biopathology of collagen. Mem Inst Oswaldo Cruz. 1991:86 (suppl):I.
Prockop DJ et al: The
biosynthesis of collagen and its disorders. N Engl J Med 1979:301:77.
Sandberg LB et al:
Elastin structure, biosynthesis, and relation to disease state.
N Engl J Med 1981:304:566.
Van Furth R
(editor): Mononuclear Phagocytes: Functional Aspects. 2 vols. Mar- tinus
NijhofF, 1980.
Yamada KM, Miyamoto S:
lntegrin transmembrane signaling and cytoskele- tal control. Curr Opin Cell
Biol 1995:143:2323.
Yorumlar
Yorum Gönder