Yetişkin iskeletinin ana yapısını
oluşturan kemik dokusu, yumuşak yapıları destekler, kafatasının üst kısmı ve
göğüs kafesi boşluklarında olduğu gibi, hayati önem taşıyan organları korur ve
kan hücrelerini yapan kemik iliğini barındırır. Kemik ayrıca kalsiyum, fosfat
ve diğer iyonlara ait bir depo olarak iş görür ve bu önemli iyonların vücut
sıvılarındaki de- rişimlerini sabit tutabilmek için, kontrollü olarak
salıverilmesini ya da tutulmasını sağlar.
Buna ek olarak kemikler, iskelet kası
kasılmaları ile oluşan kuvvetleri çoğaltarak, bunları vücut hareketlerine dönüştüren
bir kaldıraç sistemi oluştururlar. Bu mineralleşmiş doku, iskelete mekanik ve
metabolik işlevler yükler.
Kemik; hücreler arası kireçlenmiş
materyal olan kemik matriksive 3 tür hücreden; matriks (Şekil 8-1) içinde lakü- na adı verilen boşluklarda bulunan osteositler (Yunanca. osleon, kemik, + kytos, hücre), matriksin organik
kısımlarının sentezini yapan osteoblastlar (osleon + Yunanca, blastos, tohum), kemik erilerek emilmesi ve
yeniden modellenmesi ile ilgili, çok çekirdekli dev hücreler olan osteoklastlardan (osleon + Yunanca, klastos, kırılmış), yapılı özel bir bağ dokusudur.
Metabolitler kemiğin kireçlenmiş matriksinden sızarak geçemeyeceklerine göre osteositler ve kan kapilerleri arasındaki değişim ince silindirik boşluklar halinde matriksi delen
seviyeli protein sentezi
ile uyumlu.
kanalcıklara (kanaliküli) (Latince, canalis, kanal) bağlıdır. (Şekil 8-2).
Bütün kemiklerin iç ve dış yüzeyleri,
kemik yapan ve tamir eden hücreleri içeren, iç yüzeylerde endosteum, dış yüzeylerde periyost’un oluşturduğu, doku tabakaları ile örtülüdür.
Sertliği nedeni ile kemik mikrotom ile zor kesilir ve incelenmesinde
mutlaka özel teknikler kullanılmalıdır. Hücreler ve organik matriksin
incelenebilmesini mümkün kılan alışılagelmiş bir teknik, standart tespit
eriyikleri ile korunmuş kemiğin kalsiyumunun ortadan kaldırılmasına dayalıdır.
Kalsiyum tutan bir madde içeren sıvılar içine daldırarak (örneğin:
etilenediaminatetraasetik asit (EDTAj). mineral ortadan kaldırılır. Kalsiyumu
ortadan kaldırılan doku sonra gömme ortamına alınır, kesilir ve boyanır.
Osteoblastlar kemik matriksinin
organik kısımlarının üretilmesinden (Tip I kolajen, proteogılikanlar, ve
gılikoprotein- ler) sorumludurlar. Kemik inorganik kısımlarının çökebilmesi,
yaşayabilecek durumda olan osteoblastların varlığına bağlıdır. Osteoblastlar
özellikle kemik yüzeylerinde, yan yana, tek katlı epiteli andıracak şekilde
bulunurlar (Şekil 8-3). Aktif olarak matriks sentezi ile uğraşırken
osteoblastlar kübik şekilden prizmatiğe kadar değişik şekle ve bazofilik si-
toplazmaya sahiptirler. Üretim işlevleri azalmaya başladığında, yassılaşırlar
ve sitoplazmadaki bazofilik özellik azalmaya başlar.
Bazı osteoblastlar gittikçe yeni
meydana gelmiş matriks ile kuşatılarak osteosit haline gelirler. Bu işlem sırasında la- küna adı verilen boşluklar oluşur.
Lakünaların içinde osteosit ve uzantıları, bunlarla birlikte giden az miktarda
kireçlenmemiş matriks vardır.
Matriksin sentezi esnasında
osteoblastlar, aktif protein sentezi yapıp salgılayan hücrelerin ince yapısına
sahiptir. Osteoblastlar kutuplaşmış hücrelerdir. Matriks elemanları daha eski
kemik matriksi ile teması olan hücre yüzeylerinden salgılanarak osteoid adı verilen yeni ancak henüz kireçlenmemiş
matriks tabakasını osteoblastlar ile daha önce meydana gelmiş kemik arasında
oluşturur (Şekil 8-3). Bu yöntem, kemik apozisyonu (mevcut kemik dokusu üzerine
depolanma) henüz
meydana gelmiş matriks üzerine kalsiyum tuzlarının tortulanmasının ardından
tamamlanır.
Osteoblastlardan türeyen Osteositler
matriksin kanalcıkları (Latince Lamellae, laminanın minicik hali) arasındaki
boşluklarda (lakıina) (Şekil 8-3) bulunurlar. Her boşluk (lakü- na) içinde 1
osteosit bulunur. İnce silindirik matriks kanalcıkları, osteosit uzantılarını
barındırır. Komşu hücre uzantıları hücreler arası bağlantılarla, birbirleri
ile ilişkiyi sağlar ve bu yapılar aracılığı ile moleküller hücreden hücreye
geçer. Osteositler ile kan damarları arasındaki bazı moleküler değişim,
ostesitler (ve uzantıları) ile kemik matriksi arasında bulunan az miktardaki
hücreler arası madde aracılığı ile de yapılır. Bu değişim yaklaşık 15 hücre
zincirini besler.
Floresan antibiyotik tetrasiklin,
henüz mineral ize olmuş kemik matriksi için çok çekicidir. Bu etkileşime
dayalı, kemik
apozisyon hızını ölçmek için bir yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntem kemik büyümesi
ve hastalıklarının tanısında önemli bir parametreyi olıışlıınır. Tetrasiklin
hastalara 5gün ara ile 2 kez uygulanılır. Sonra kemik biyopsisi yapılır ve
kesitler floresan mikroskop ile incelenir. 2 /lore- san tabaka arasındaki
mesafe kemik apozisyonu ile orantılıdır. Bu metot mineralizasyonun zayıfladığı
osteomalazide, osteoklast işlevlerinin artması sonucu kemik matriksi ve fibröz
yozlaşmanın meydana geldiği osteitis fibroza sistikanın tanısında önemlidir.
Osteoklastlar çok büyük, dallanmış,
hareket edebilen hücrelerdir. Genişlemiş hücre gövdesinde (Şekil 8—i) 5 ila 50
(veya daha fazla) çekirdeği vardır. Osteoklastlar, kemiğin eritilerek
emildiği yerlerinde Howshİp laküııası adı verilen, enzimler ile oyulmuş,
çukurlara yayılırlar. Osteoklastlar kemik iliğinden elde edilen hücrelerin
kaynaşması ile ortaya çıkarlar.
Aktif osteoklastlarda, kemik
matriksine bakan yüzey, düzensiz çoğu kez tekrar bölünen uzantılı kıvrımlar
ile düzensiz katlanarak büzgülü kenarı meydana getirir. Büzgülü kenarı,
hücre organlarını içermeyen, aktın filamanlarından zengin bir sitoplazma kuşağı
-saydam
kuşak- çevreler.
Bu kuşak oste- oklastların kemik matriksine yapıştığı yerdir ve kemik erimesinin
meydana geldiği mikro çevreyi yaratır.
Osteoklastlar bölgesel kolajen
sindirimini ve kalsiyum tuz kristallerinin eritilerek emilmesini başlatan
kolajenaz ve diğer enzimleri salgılarlar ve protonları hücre altındaki cebe
pompalar (yukarıda bahsedilen mikro çevreye). Osteoklast işlevi sitokinler
(yerel arabuluculuk rolünü yapan küçük sinyal proteinleri) ve hormonlar ile
kontrol edilir.
İnorganik madde kemik matriksinin
kuru ağırlığının %5() sini oluşturur. Özellikle kalsiyum ve fosfor boldur,
ancak bikarbonat, sitrat, magnezyum, potasyum ve sodyum da bulunur. X-ısın
difraksiyon çalışmaları kalsiyum ve fosfor bileşiminde,
hidroksiapatit kristallerinin oluştuğunu göstermektedir. Bununla birlikte bu
kristaller ek-
Yoğun, ağır kemikler ("mermer kemikler") ile
ayırt edilen özellikte bir genetik hastalık olan oste- opetrosisde, osteoclastlar
dalgalı kenarlardan yoksundur ve kemik eritilip emilmesi kusurludur.
siklikler gösterir ve kaya
minerallerindeki hidroksiapatit kristalleri ile özdeş değildir. Önemli
miktarlarda şekilsiz (kristal olmayan) kalsiyum fosfat da mevcuttur. Elektron
mikroskop şekillerinde, kemiğin hidroksiapatit kristalleri ko-
lajen lilçiklerin yanına yatmış
tabakalar halinde, ancak etrafları ara madde ile sarılı halde görülürler.
Hidroksiapatit kristallerinin yüzeyindeki İyonlar su ile karışıktır ve
kristalin etrafında su ve iyon tabakası oluşturur. Bu tabaka, yani, hid- ratasyon
kabuğu, kristaller
ile vücut sıvıları arasındaki iyon değişimini kolaylaştırır.
Matrİksin organik maddesi Tip 1
kolajen ve proteoglikan agregasyonları İle birkaç özel yapısal glikopıoteini
içeren temel maddedir. Kemik glikoproteinleri, matriks kalsifiksyo- nunun başlatılmasından
sorumlu olabilir. Tip 1 kolajen içeren diğer dokular normal olarak
kireçlenmezler ve bu gli- koproteinleri de içermezler. Çok miktardaki kolajen
içeriği nedeni ile, kalsiyumu ortadan kaldırılmış kemik matriksi, kolajen
boyalarını yoğun olarak tutarlar.
Minerallerin kolajen liflerle ilişkisi, kemik dokusunun
sertliği ve direncinden sorumludur. Kemiğin kalsiyumu ortadan kaldırıldığında,
şeklini korur, ancak tenclon kadar esnek bir hale gelir. Çoğu kolajenden oluşan
matriksin organik kısımları çıkarıldığında, kemik yine orijinal şeklini korur,
ama kırılgan hale gelir, dokunulduğunda kırılır ve ufalanır.
Kemiğin iç ve dış yüzeyleri, periyost
ve endosteum diye adlandırılan, tabakalar halinde, kemik yapan hücreler ve bağ
dokusu ile örtülüdür.
Periyost kolajen lif ve fibroblastlardan
oluşan dış tabakaya sahiptir (Şekil 8-6). Periyostun kolajen lif demetlerinden
oluşan, Sharpey lifleri, matriks içine girerek peryostu kemiğe bağlar. Peryostun
İçteki, hücreden daha zengin tabakası, fibroblastlara benzeyen, bölünüp
farklılaşarak osteob- kıstları meydana getirme potansiyeline sahip, osteoproge- nitor hücrelerden oluşmaktadır.
Otoradyografİk çalışmalar bu hücrelerin, 3H-Timidini aldıkları, daha sonra da
bu maddeye osteoblastkırda rastlandığını, kanıtlamaktadır. Osteop- rogenitor
hücreler kemik büyümesinde ve onanırımda önemli rol oynarlar.
Endosteum (¡Sekil 8-6) kemik içindeki bütün
boşlukları astarlar ve tek tabaka halinde yassılaşmış osieoprogenitor hücreler
ile çok az miktardaki bağ dokusundan oluşur.
Peryostun ve endosteumun, kemiksi
dokunun beslenmesi ve devamlı olarak yeni osteoblast sağlayıp, kemik büyüme
ve onarımı için önlem alması ana işlevleridir.
Çıplak gözle kemik kesitlerine bakıldığında,
bosluk İçermeyen yoğun alanlar kompak kemik ve çok sayıda birbirine açılan
boşluklar süngerimsi kemik görülür (Şekil 8-7). Ancak mikroskop altında, gerek kompakt
kemik gerekse süngerimsi kemiğin boşluklarım ayıran kemik bölmelerinin
histolojik yapısı temelde aynıdır.
kanalı etrafında dairesel olarak
düzenlendiklerini gösterir. Kan damarlarını, sinirleri ve gevşek bağ dokusunu
içeren bir kanalın etrafını saran dairesel kemik kanalcıklarından oluşan tüm
komplekse (karmaşık sisteme) Havers sistemi veya osteon adı verilir (.Şekil 8-6 ve 8-8).
Osteosit içeren lakiina- lar, lamellerin arasında ve nadiren içlerinde bulunur.
Her lamelde, kolajen lifler birbirlerine paraleldir. Her Havers sistemini
çevreleyen, amorf madde çökeltisinden oluşan, içinde az miktarda kolajen lif
içeren minerallenmiş matrikse, yapıştırıcı madde (sement) adı verilir.
Kompak kemik
lamelcikleri (örneğin, uzun kemiklerin diyalizleri), Havers sistemi, dış dairesel
lamelcikler, iç dairesel lamelcikler ve ara (intertisyel) lamelciklerden ibaret tipik bir
düzen gösterir.
İç dairesel lameller kemik iliği
boşluğunun etrafında ve dış dairesel lamelcikler lıemen periyosttun altında yer
alırlar. Dıştaki lameller içtekilerden daha fazladır.
İki dairesel sistem arasında, pek çok
Havers sistemi, üçgenimsi veya düzensiz şekillenmiş paralel lamelciklerden
oluşan ara lameller (intertisyal) olarak adlandırılan gruplar vardır. Bu yapılar kemik
büyüme ve yeniden modellenme sürecinde, yıkılmış Havers sistemlerinin
lamelciklerindan arda kalanlardır (Şekil 8-10).
Her Havers sistemi uzun, sık
dallanan, diyalizin uzun eksenine paralel bir silindirdir. Etrafı -i-20
dairesel lamelcik İle sarılı merkezi kanaldan meydana gelir (Şekil 8-11).
Endos- teum ile örtülü her kanalda, kan damarları, sinirler ve gevşek bağ
dokusu vardır. Havers kanalları kemik iliği boşluğu, periyost ve birbirleri
arasında, enine veya çapraz Volkmann kanalları ile ilişkilidir (Şekil 8-6).
Volkmann kanalları dairesel lamel İçermez bunun yerine lamelleri deler. Kemik
dokusu içinde bulunan tüm damar kanalları, önceden var olan kan damarları
etrafına matriksin oluşumu ile ortaya çıkarlar.
Havers sistemi polarize ışık ile incelendiğinde,
parlak anizotropik tabakaların, karanlık izotropik tabakalar ile peş peşe
birbirlerini izledikleri görülür. Kolajen liflerin boylarına dik açıda polarize
ışık ile bakıldığında, kolajen lifler anizot- ropiktirler. Birbirlerini sıra
ile izleyen parlak ve karanlık tabakalar, lamelciklerdeki kollajenin yönünü
değiştirmesinden kaynaklanır. Her lamelde, lifler birbirlerine paraleldir ve
sarmal halinde seyrederler. Bununla birlikte, sarmalın eğimi de-
Kemik 2 yolla şekillenir: osteoblastların salgıladıkları
matrikse doğrudan minerallerin çökmesi ile, - zar içinde
kemikleşme (İntramembranöz kemikleşme) - veya önceden mevcut kıkırdak matriks üzerine
tortulanarak, - kıkırdak içinde kemikleşme (endokondral kemikleşme).
Her iki yolda da, meydana çıkan ilk kemik, birincil veya
örgü kemiktir. Birincil kemik geçici bir dokudur ve kısa sürede tam lameller,
veya ikincil kemikle yer değiştirir. Kemik büyümesi esnasında, birincil kemik
alanları, rezorbstyon (eritilip emilen) alanlar ve ikincil kemik sahaları yan
yana görülürler. Bu kemik yapımı ve ortadan kaldırılış (yeniden
modellenme) bileşimi,
büyüyen kemiklerin yanısıra yetiş- kininkilerde de hayat boyu meydana gelir ama
yetişkinlerdeki değişim hızı epeyce yavaştır.
Zar içinde kemikleşme, çoğu yassı
kemiğin kaynağıdır, böyle adlandırılmıştır, çünkü mezenkim dokusu yoğunlaşması
içinde yer alır. Kafatasının frontal ve pariyatal kemikleri yanı
sıra - oksipital, temporal
mandíbula ve maksilla kemiklerin - bazı
kısmaları zar içinde kemikleşme ile oluşur. Bu yöntemin, kısa kemiklerin
büyümesinde ve kemik kalınlaşmasında da katkısı vardadır.
Mezenkimal doku yoğunlaşması
tabakasında, başlangıç noktasına birincil kemikleşme merkezi denir. Yöntem, bir grup hücrenin
osteoblasta dönüşmesi ile başlar. Osteob- lastlar kemik matriksini yaparlar ve
bunu kireçlenme izler, sonuçta bazı osteoblastlar kireçlenmiş matriks ile
kuşatılarak osteosit olur. (Şekil 8-12). Gelişen bu kemik adacıkları kılcal
kan damarları, kemik iliği hücreleri ve farklılaşmamış hücreleri içeren uzamış
boşlukların duvarlarını oluşturur. Böyle birkaç grup kemikleşme merkezinde
hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıkar, bunların duvarları kaynaştığında
kemik süngerimsi yapıya kavuşur. Büyüyen kan damarları ve ek farklılaşmamış
mezenkim hücreleri, kemik duvarları arasında kalan bağ dokusu içine girerek
kemik iliği hücrelerini ortaya çıkarır.
Kemikleşme merkezleri ışınsal
(radyal) olarak büyür ve sonunda birbirleri ile kaynaşarak asıl bağ dokusunun
yerini alır. Örneğin, yeni doğan bebeklerin bıngıldakları (fontanel- leri)
henüz kemikleşmemiş bir kısım bağ dokusuna karşılık gelen, kafatasının yumuşak
bölgeleridir.
Kafatasının üst kısmını oluşturan düz
kemiklerin gerek iç ve gerekse dış yüzeylerinde kemik eritilip emilen bölgelerinin
üzerine kemik yapımının belirgin üstünlüğü vardır. Böylece 2 tabaka kopmak
kemik (İç ve dış plakalar) belirirken merkezdeki kısım (diploe) süngerimsi
özelliğini korur.
Bağ dokusu tabakasının kemikleşmeyen kısımları zar içinde
gelişen kemiğin iç ve dış zarlarını (endosteum ve pe- riyost) yapar.
Endokondral (Yunanca, eıulon, içeride, + cbonclros, kıkırdak) kemikleşme meydana
getirilecek kemiğin şeklini andıran küçük bir hiyalin kıkırdak model içinde
meydana gelir. Bu tür kemikleşme (Şekil 8-13 ve 8-1 -i) daha çok kısa ve uzun
kemiklerin meydana getirilmelerinden sorumludur.
Bir uzun kemiğin endokondral
kemikleşme ile meydana gelişinde şu olaylar birbirini izler. Başlangıçta ilk
beliren kemik dokusu kıkırdak modelin orta kısmını saran içi boş kemik
silindiridir. Kemik halkası adı verilen bu yapı, o bölgedeki perikondriumun içinde zar
içi kemikleşme ile meydana getirilir. Bir sonraki aşamada, bu bölgedeki
kıkırdak, hücre büyümesi (lıipertrofi) ve matriks kireçlenmesi gibi
programlanmış hücre ölümleri ile yıkım sürecine girer, sonuçta kireçlenmiş
kıkırdak matriksinden oluşan 3 boyutlu yapı açığa çıkar (Şekil 8-15).
kemik halkasında açılan delikten, kan
damarlarının içeri girdiği bölgeden, osteoprogenitor hücrelerine taşıyarak
başlar. Daha sonra, osteoblastlar kireçlenmiş kemik matriksine yapışırlar ve
devamlı birincil kemik tabakalarını yaparak kıkır- dağımsı kireçlenmiş matriksi
sararlar. Bu aşamada, kireçlenmiş kıkırdak bazofilik görünür. Birincil kemik
ise eozinofi- liktir. Bıı şekilde birincil kemikleşme merkezi ortaya çıkar (Şekil 8-13). Sonra ikincil kemikleşme
merkezleri kıkırdak
modelin uçlarındaki şişkinliklerde (epifizler) ortaya çıkar. Bunların
genişlemesi ve yeniden biçimlenmesi esnasında, birincil ve ikincil kemikleşme
merkezleri giderek kemik iliği ile dolan boşluklar yaratır.
İkincil kemikleşme merkezlerinde,
kıkırdak 2 bölgede kalır: yaşam boyu kalıcı olan ve uzunlamasına büyümede
katkısı olmayan eklem kıkırdağı ve her iki epifizi diyal'ize bağlayan epifiz plağı olarak da adlandırılan epifiz kıkırdağı.
Epifiz kıkırdağı
kemiğin uzunlamasına büyümesinden sorumludur ve yetişkinlerde ortadan kalkar.
Bu nedenle kemik büyümesi yetişkinde sona erer.
Epifizlerin kapanışları her kemiğe
uygun kronolojik bir sırayı takip eder ve aşağı yukarı 20. yaslarda tamamlanır.
Büyüyen iskeletin röntgen fotoğrafları ile hangi epifizlerin açık hangilerinin
kapalı olduğunu işaret ederek, bir gencin “kemik yaşı”nı tayin etmek mümkündür.
Epifizlerin kapanması ile kemiklerin uzunlamasına büyümesi olanaksız hale
gelse de, genişleme süregelebilir.
Epifiz kıkırdağı 5 kuşağa
bölünmüştür, kemiğin epifiz tarafından başlayarak: (1) Dinlenme kuşağı, hücrelerinde yapısal değişiklikler
olmayan hiyalin kıkırdakdan meydana gelir. (2) Çoğalma kuşağında,
kondrositler
hızla bölünür ve kemiğin uzun eksenine koşut sütunlar halinde yığılırlar. (3) Hipertrofik
(hücre) kıkırdak kuşağı sitoplazmaların- da glikojen birikmiş büyük kondrositleri
İçerir. Kondrositler arasındaki eritilerek emilmiş matriks ince bir duvar
haline
Eklem kıkırdağı
gelmiştir. (4) Kireçlenmiş
kıkırdak kuşağındaki kondro- sit ölümleri ile eş zamanlı olarak, kıkırdak
matriksinin ince duvarları lıidroksiapatit birikmesi ile kireçlenir (Şekil 8-15
ve 8-16). (5) Kemikleşme kuşağında endokondrai kemik dokusu belirir. Kan kapilerleri ve
periyosttan köken alan hücrelerin mitoz bölünmeleri ile ortaya çıkan
osteoprogeni- tor hücreler kondıositlerden geriye kalan oyukları doldurur.
Osteoprogenitör hücreler, kesintili bir tabaka halinde kireçlenmiş kıkırdak
matriksin duvarcıkları üzerine dağılarak os- teoblastları meydana getirir.
Eninde sonunda, osteoblastlar 3 boyutlu kireçlenmiş kıkırdak matriks üzerine kemik
mat- riksini tortular. (Şekil 8-17 den 8-20).
Özel olarak, uzun kemiğin boyunun
büyümesi, epifize komşu epifiz plağındaki kondrositlerin çoğalmaları ile meydana
gelir. Aynı zamanda plakanın diyafize bakan tarafındaki kondrositler
irileşerek; matriksleri kireçlenir ve hücreler ölür. Osteoblastlar birincil
kemiği, kireçlenmiş kıkırdak matriks üzerine döşer. Karşılıklı gerçekleşen bu
iki olayın (hücre çoğalması ve ölümü) oranları tahminen eşit olduğundan,
epifiz plağının kalınlığı değişmez. Bunun yerine, diyafizin ortasından
uzaklaşarak yerini değiştirerek, kemiğin uzunlamasına büyümesine sebep olur.
Henüz, kemik matriks üzerine kalsiyum
fosfat tortulanması sırasında cereyan eden olayları anlatan, genel kabul görmüş
herhangi bir varsayım mevcut değildir.
Kalsiyum tuzlarının kokıjen
fibrillerin üzerine çökmeye başlaması ile kireçlenmenin meydana geldiği
bilinmektedir. Belkide kalsium tuzlarının yığılımı, osteoblastların hücre içi
keseciklerinde bu maddeyi depolama yetenekleri ve gerektiğinde bu kesecikleri
hücre dışı ortama (matriks vesikülleri) salıvermeleri ile hızlandırılmaktadır.
Kireçlenmeye, bilinmeyen bir yolla osteoblastlar tarafından
üretilen ve kemikleşme yerlerinde mevcut alkali fosfa- taz yardım etmektedir.
Kemik büyümesi genel olarak önceden
meydana getirilmiş dokunun eritilerek yıkılması ve eş zamanlı olarak yeni kemiğin
döşenmesi ile ilişkilidir. Bu yöntem kemik büyürken şeklinin korunmasına olanak
sağlar. Yeniden kemik model-
lenmesi (kemik döngüsü) oranı çocuklarda, yetişkinlerde görülenin 200 katı daha hızlı olabilir. Yetişkinlerdeki yeniden modellerime iskeletin birçok yerinde eşzamanlı olarak gerçeklesen devingen fizyolojik bir yöntemdir, kemik büyümesi ile benzerliği yoktur.
lenmesi (kemik döngüsü) oranı çocuklarda, yetişkinlerde görülenin 200 katı daha hızlı olabilir. Yetişkinlerdeki yeniden modellerime iskeletin birçok yerinde eşzamanlı olarak gerçeklesen devingen fizyolojik bir yöntemdir, kemik büyümesi ile benzerliği yoktur.
Kafatasının üst kısmını oluşturan
kemikler aralarındaki eklemlerdeki ve dış yüzeylerindeki periyost tarafından
meydana getirilen kemik dokusu ile büyürler. Aynı zamanda iç yüzeylerinde de erime
olur. Kemik son derece biçimlenebi- len bir doku olduğundan, beynin büyümesine
cevap verir ve kafatasının yeterli büyüklükte şekillenmesini sağlar. Eğer beyin
tamamen gelişmez ise kafatası küçük kalacak; anormal beyin omurilik sıvısı
(BOS) birikimi ve beyin karıncıklarının genişlemesi ile nitelenen hidrosefali
hastalığında ise normalden daha büyük olacaktır.
ik kırıldığında, kemik matriksi
yıkılır ve kırığa bitişik kemik hücreleri ölür. Hasara uğrayan kan damarları
bölgesel kanamaya yol açar ve kan pıhtısını meydana getirir.
İyileşme
sürecinde kan pıhtısı, hücreler ve hasarlanmış kemik matriksi makrofajlar
tarafından ortadan kaldırılır. Kırık etrafındaki periyost ve endosteum hızlı
ve yoğun hücre çoğalması ile yanıt vererek kırığı saran bir doku hazırlar ve kırığın
uçları arasına göçer. (Şekil 8-21).
Daha sonra
endokondral ve zar içinde kemikleşme yoluyla birincil kemik meydana gelir.
Birincil kemikten oluşmuş düzensiz şeritler, geçici olarak kırık uçlarını
birleştirerek hızlı bir biçimde kemik kallusunu oluşturur (Şekil 8-21).
Kemik onarımı sürecinde ve
hastanın giderek daha fazla hareket etmesi sırasında, kemik üzerine uygulanan
kuvvetler, kemik kallusunun yeniden modellenmesine yarar. Eğer bu kuvvetler
kemik büyümesi sırasında gerçekleşenler ile aynı ise kemiğin yapısını
etkileyecektir. Kallusun birincil kemik dokusu kademeli biçimde eritilip emilerek
ikincil doku ile yenilenecek, kemiğin yeniden modellenmesi ile ilk yapısına
yeniden kavuşacaktır. Kemik dokusu diğer bağ dokularından farklı olarak, nedbe
dokusu meydana getirmeden iyileşir.
Kemik, sertliğine rağmen, karşılaştığı çeşitli kuvvetler
doğrultusunda içyapısını değiştirebilme yeteneğine sahiptir. Örneğin dişlere,
ortodontik aygıtlar ile uygulanan yan kuvvetler, çene kemikleri içindeki yönlerini
değiştirebilir. Çekmenin uygulandığı tarafla kemik yapılır ve basıncın
uygulandığı yerlerde de erime görülür. Böylece, alveol kemiği yeniden
modellenirken dişler de çene kemiği içinde hareket ederler.
İskelet vücuttaki kalsiyumunun
%99'unu içerir. Kan ve kemik arasında devamlı olarak kalsiyum değişimi
yapıldığı için, dokular ve kan arasındaki kalsiyum yoğunluğu tam olarak
dengededir.
Kemik kalsiyumu iki yolla çekilir,
biri yavaş diğeri hızlıdır. Birincisi iyonların hidroksiapatit kristallerinden
hücreler arası sıvıya basit nakli ki, sırasıyla kalsiyum buradan kana geçer. Bu
saf fiziksel mekanizma genellikle siingerimsi kemik için geçerlidir. Olgun
kemikte bile, daha genç, hafifçe kireçlenmiş Uımelcikler (devamlı yeniden
modellenmeden
ötürü), kalsiyumu kolaylıkla alır ve
verir. Bu lamellerin kandaki kalsiyum derişiminin korunmasındaki rolleri, daha
çok destek ve koruma görevi üstlenen, oldukça eski, fazlası ile kireçlenmiş
lamelcikleıden daha önemlidir.
Kan kalsiyum düzeylerinin
denetimindeki ikinci mekanizma hormonların kemik üzerindeki etkilerine
bağlıdır. Pa- ratiroit hormonu kemik matriksinin osteoklastlar tarafından eritilerek
emilmesini teşvik eder, bu nedenle kalsiyum serbest bırakılır. Bu hormon
öncelikle osteoblast
reseptörlerini etkiler. Harekete geçen
osteoblastlar kemik yapımını durdurur ve osteoklast uyarıcı
faktörü salgılamaya
başlarlar.
Bir diğer hormon, kalsitonin, büyük
ölçüde tiroit parafo- liküler hücrelerinde sentezlenir, matriksin eritilip
emilmesine ket vurur (engel olur). Kalsitoninin osteoklast işlevlerini
engelleyici etkisi vardır.KLİNİK BİLGİ
Dokulardaki ve kandaki kalsiyum derişiminin sabit tutulması
gerektiğinden kalsiyum beslenme bozukluğu kemiklerin kalsiyum kaybetmesine
sebep olur ve kalsiyum kaybetmiş kemikler kırılgan ve x ışınlarına daha
geçirgen hale gelirler.
Aşırı paratiroit hormonu üretimi
(hiperparati- roidizm) kemiğin kalsiyum kaybetmesine neden olur, sonuçta
osteoklastların işlevleri kemiğin yoğun olarak eritilip emilmesine sebep olur,
kan Ca+2 and P043 düzeyleri yükselir ve
çeşitli organlarda özellikle böbreklerde ve arter duvarlarında anormal
kalsiyum çökelmesi olur.
Bunun aksi, osteoklast işlevinin bozularak, kemiklerin
aşırı büyümesine, kalınlaşmasına ve sertleşmesine neden olan osteopetrosis (Latince. petra, taş) rahatsızlığında meydana
gelir. Bu hastalık, kemik iliği boşluklarının yok olmasına, kan hücreleri
yapımını baskılanmasmı takiben kansızlığa ve hatta ölüme sebep olacak iltihaplanmalara
neden olur.
Özellikle büyüme esnasında kemik beslenme etkenlerine
duyarlıdır. Kalsiyum yetersizliği organik kemik matriksinin eksik
kireçlenmesine sebep olur, bu ya beslenme biçiminde kalsiyum bulunmamasından,
ya da ince bağırsaklar tarafından Ca2+ ve P043'
emilimi için önemli Steroid hormon D eksikliğinden olur.
Çocuklardaki kalsiyum eksikliği
kemik matriksinin normal olarak kireçlenemediği ve vücut ağırlığının normal
baskıları ve kas işlevleri karşısında epifiz plakaların biçimlerinin bozulduğu
raşitizm hastalığına sebep olur. Dolay ısı ile bu seviyede
kemikleşme engellenir ve kemikler sadece yavaş büyümekle kalmaz ayrıca şekli de
bozulur.
Kalsiyum eksikliği yetişkinlerde,
yeni oluşmuş kemiğin yetersiz kireçlenmesi ve kireçlenmiş mat- riks
kalsiyumunun kısmen ortadan kaldırılması ile
nitelenen
osteomalazinin (osteon + Yunanca malakia, yumuşaklık), başlamasına sebep
olur. Osteomalazide, kemik matriksi birimine düşen kalsiyum miktarında azalma
vardır. Osteoporoz kemik erimesi ve emiliminin kemik
yapımını geçtiği, iskelet yenilenme döngüsü dengesizliğidir, sıklıkla
kımıldayamaz duruma gelen hastalarda ve menopoz sonrası kadınlarda görülür.
Paratiroit ve kalsitonin hormonlarına ek olarak, diğer
bazı hormonlar da kemik dokusu üzerine etki eder. Hipofizin ön lobu, somatomedin üretimi
için karaciğeri uyaran, büyüme hormonunu sentezler. Bu, sırası ile özellikle
epifiz plağı üzerinde olan kapsamlı büyümeyi etkiler. Bu nedenle, büyüme
hormonu eksikliği, büyüme çağında hipofiz
cüceliğine, bu
hormonun fazlalığı ise uzun kemiklerin gereğinden fazla uzaması sonucu aşırı
büyümeye (deviiğe) sebep olur. Yetişkin kemikler, epifiz kıkırdağı yokluğu
nedeni ile artan somato- medinler ile uyarıldıklarında uzunluklarını arttı ramazlar,
ancak periyostsal büyüme ile enleri artar. Yetişkinlerde, büyüme hormonu
artışı, kemiklerin genellikle uzun olanların çok kalın olduğu akro-
megali hastalığına
sebep olur.
Cinsiyet hormonları, gerek erkek
(androjen- ler) gerekse dişi (östrojenler), kemikleri karmaşık olarak
etkilerler ve genel olarak kemik yapımını uyarıcıdırlar. Kemikleşme
merkezlerinin ortaya çıkması ve gelişme zamanlarını etkilerler ve epi- fizlerin
kapanmalarını hızlandırırlar.
Cinsiyet hormonları üreten tümörlerin sebep olduğu erken
cinsel olgunlukta, epifiz kıkırdağının yerini süratli olarak kemik alacağından
vücut büyümesi gecikir. Cinsiyet bezlerinin anormal gelişimlerinin sebep olduğu
hormon bozukluklarında, epifiz kıkırdağı daha uzun bir süre işlevsel kalarak,
uzun boyluluğa sebep olur. Kretinizim de olduğu gibi, çocuklardaki
tiroit hormonu bozuklukları, cücelikle ilişkilidir. Bulunan yeni kanıtlar,
ergin sıçanlarda merkezi sinir sisteminin, yeniden kemik modellemesinde kemik
yapımının düzenlenmesine katıldığını göstermektedir. Bu düzenleyici işleyiş,
yağ dokusu tarafından üretilen leptin hormonuna gereksim duyar ve belki de bu
şekilde, anormal şişman insanların daha yüksek kalsiyum derişimi içeren
kemiklerindeki kitle artışı açıklanabilir.
Kemik tümörleri ender olmalarına karşın (tüm kanser
ölümlerinin %0.5’i), kemik hücreleri normal kontrolün dışına çıkıp çoğalarak
iyi huylu (örneğin osteoblastoma, osteoklastoma)
veya kötü
huylu tümörlere (örneğin osteosarkoma) sebep olabilir. Osteosarkomalar
pleomorfik (Yunanca pleion, daha çok, + morphe, şekil) (çeşitli şekillerde) ve aktif hücre bölünmesi
gösteren os- teoblastları osteoid içinde gösterirler. Bu saldırgan
kanser vakalarının çoğu, henüz erginliğe gir-
me çağında olanlarda ve yetişkinlerde görülür. Femurun alt ucu, tibianın üst kısmı ve humeru- sun üstü en sık rastlanan bölgelerdir. Kemik hücrelerinden kaynaklanan tümörlerin yanı sıra, iskelet diğer organlardan kaynaklanan kanserlerin de metastaz yaptığı yerdir. En sık görülen kemik metastazları, meme, akciğer, prostat, böbrek ve tiroit tümörleridir.
Eklemler, kemiklerin bağ dokusu
taralından örtü- liip, sarılarak, kemiklerin bir arada tutulduğu ve
aralarındaki hareket türü ve derecesinin tayin edildiği bölgelerdir. Eklemler,
serbest kemik hareketlerine izin veren diartroz ve çok sınırlı veya hiç hareketin
olmadığı sinartrozlar (Yunanca, .s;)’//, birlikle, + cırthrosis, eklem), olarak
sınıflandırılabilirler. Kemik yüzeylerini birbirine bağlayan doku türüne göre,
3 tür sinartroz vardır: si- nostoz, sinkondroz ve sindezmoz.
Sinostozlarda (syn + osteuıı + Yunanca, osis, durum), kemikler kemik dokusu ile
birbirlerine bağlıdırlar ve hiç hareket olmaz. Yaşlı yetişkinlerde, bu tür
sinartrozlar kafatası kemiklerini birbirlerine bağlar, çocuklar ve genç
erginlerde ise bu bağlantı yoğun bağ dokusu ile olur.
Sinkondrozlar (syrı + cbondros), hiyalin kıkırdak ile birbirlerine
bağlanmış eklemlerdir. Büyüyen kemiklerdeki epi- fiz plakalar buna bir örnektir
ve yetişkin insanda, sinkondroz, birinci kaburgayı sternuma bağlar.
Sinkondrozda olduğu gibi, sindezmoz
da belirli ölçüde harekete izin verir. Kemikler birbirlerine tıkız bağ dokusundan
yapılı, kemikler arası bağlar ile bağlanmıştır (örneğin, pubis sinfizi).
Diartrozhır (Şekil 8-22 ve 8-23)
genellikle uzun kemikleri birbirlerine bağlayan ve dirsek, diz gibi büyük
hareket açıklığına sahip eklemlerdir. Diartrozlarda, ligamanlar ve bağ dokusu
kapsülü kemik uçlarındaki teması sağlarlar. Kapsül renksiz, saydam, yapışkan
bir sıvı olan sinoviyal sıvıyı içeren eklem boşluğunu çepeçevre sarar. Sinoviya sıvısı
sinoviyal tabakanın hücreleri tarafından üretilen, yoğun hi- yaluronik asit
içeren bir kan diyaliz sıvısıdır. Hiyalin kıkırdak ile örtülü yüzeylerin
birbirleri üzerinde kayabilmesi (Şekil 8-22), perikondriyumun olmaması ve
yağlayıcı sinoviyal sıvı ile kolaylaştırılmıştır.
Eklem yüzeyi kıkırdağının kokıjen
lifleri, gotik kemer yapıları gibi, bu dokuda meydana gelen kuvvetleri
dağıtabilmek için uygun düzenlemeyle yerleşmişlerdir
Dirençli eklem kıkırdağı da verimli
olarak pek çok eklemin uğradığı orta derecedeki mekanik baskıları emer. Benzer bir
işleyiş tarzı omurilik kemikleri arasındaki disklerde de görülür (Şekil 8-25). Protoglikan
molekülleri, tek başlarına kalmış olarak veya bir şebeke içinde toplanarak,
çok miktarda su içerir. Oldukça fazla dallanmış suya haris glikozami-
nogılikanlardan zengin bu matriks elemanları, biyomekanik yay gibi görev
yaparlar. Basınç uygulandığında, kıkırdaktaki su sinoviya sıvısı içine itilir.
Su atıldığında, kıkırdak direnci için bir başka işleyişin katkısı olur. Bu
glikozaminoglikan moleküllerinin iki taraflı elektrostatik negatif yüklü
kaıboksil ve sülfat gruplarının geri tepkisidir. Bu şarjlar ayrıca glikosa-
minogılikan dallarını ayırmaktan sorumludur ve böylece suyun oturması gereken
boşluklar meydana getirilmiş olur. Basınç serbest bırakıldığında, su
glikosaminogılikan dalları arşına geri çekilir. Bu su hareketleri eklemin
kullanılışı ile meydana gelir. Bunlar kıkırdağın beslenmesi ve 02,
CO_, ve diğer moleküllerin sinoviyal sıvı ve eklem kıkırdağı arasındaki
değişimlerini kolaylaştırmak için gereklidir.
Diaıtroz kapsülünün yapısı
Makrofaja benzeyen hücre
Ara madde
Fibroblasta benzeyen
hücre
Pencereli kılcal kan damarı
Kolajen lifçikleri
Fibroblast
Demers C, Handy RC:
Bune morphogenetic proteins. Sci & Med 1999;6(6):8.
Ducy P et al: The
osteoblast: a sophisticated fibroblast under central surveillance. Science
2000:289:1421.
Ducy P et al: Lcptin
inhibits bone formation through a hypothalamic relay: a central control of bone
mass. Cel! 2000:100:197.
Ghadially FN: Fine Structure of Synovial Joints. Butterworth, 1983.
Gunness M, Hock JM:
Anabolic effect of parathyroid hormone on cancellous and cortical bone histology.
Bone 1993; 14:277.
LevickJR: Synovial
fluid hydraulics. Sci & Med 1996;3(5):52.
Mundy GR et al: The
effects of cytokines and growth factors on osteoblastic cells. Bone
!995;17:71S,
Roach HI, Clark NM:
Physiological cell death of chondrocytes in vivo is not confined to apoptosis.
New observations on the mammalian growth plate. J Bone Joint Surg Br
2000:82:601.
Ross PD et al: Bone
mass and beyond: risk factors for fracturcs. Calcified Tissue International
1993:53:S134.
Teltelbaum SL: Bone
resorption by osteoclasts. Science 2000:289:1504.
Urist MR: Fundamental and Clinical Bone Physiology. Lippincott, 1980.
Sinir Dokusu ve Sinir Sistemi
Yorumlar
Yorum Gönder