Karmaşıklığına karşın insan vücudu yalnızca 4 temel dokudan meydana gelir. Bunlar, epitel, bağ, kas ve sinir dokularıdır. Hücrelerin ve hücre dışı matriks moleküllerinin oluşturduğu bu dokular yalıtılmış alt birimler olarak değil, birbi- riyle ilişkili durumda ve değişik oranlarda vücudun çeşitli organ ve sistemlerini oluştururlar. Bu ana doku tiplerinin temel özellikleri Tablo 4-1 gösterilmektedir. Kan ve lenf gibi vücut sıvılarında serbest halde bulunan hücreler de işlevsel açıdan büyük öneme sahiptir.
Bağ dokusu, kendi hücreleri
tarafından üretilen hücreler arası maddenin bolluğu ile özellik kazanır; kas
dokusu özelleşmiş kasılma işlevine sahip olan uzamış hücrelerden meydana
gelir ve sinir dokusu hücre gövdesinden çıkan, sinir uyartılarını taşımak,
yaymak, iletmekle görevli uzantılara sahip hücrelerden oluşur. Organlar
kendisine özgü ana işlevleri yürütmekten sorumlu hücrelerin oluşturduğu parenkim ve destek dokusu olan stroma bölümlerine ayrılabilir. Beyin ve
omurilik dışında, stroma bağ dokusundan oluşur.
Epitel dokuları sıkıca bir araya
gelmiş çok yüzeyli hücreler ve çok az miktarda hücreler arası maddeden oluşur.
Bu hücreler arasındaki bağlantı güçlüclür ve vücut yüzeyini örten ve
boşluklarını döşeyen hücre tabakaları oluştururlar.
Epitel (Yun. epi, üst + thele, meme
başı) dokusunun başlıca işlevleri yüzeyleri örtmek ve döşemek (örn. deri),
Tablo 4-1. Dört ana doku tipinin temel özellikleri
|
emilim (örn. bağırsaklar), salgılama (örn. bezlerin epitel
hücreleri) duyu algılama (örn. nöroepitel) ve kasılma (örn. miyoepitel
hücreleri) yönündedir. Epitel hücreleri vücudun dış ve iç tüm yüzeylerini
örttüğünden, vücuda giren ve çıkan her şey, epitel yaprağından geçmek
zorundadır.
Epitel hücrelerinin biçimleri ve
boyutları yüksek prizmatik- ten, kübiğe ve yassı epitele dek değişir. Bunların sık görülen
çok yüzeyli biçimleri, hücre tabakaları ya da kitleleri halinde bir araya
gelmeleri sonucu oluşur. Buna benzer durum, çok sayıda şişirilmiş balonun dar
bir alana sıkıştırılması durumunda da gözlenebilir. Epitel hücre
çekirdeklerinin görünümü yuvarlak, uzun ya da oval gibi farklı biçimlerde
olabilir. Çekirdeğin şekli genelde, az çok hücre şekline uyar, bundan ötürü
kübik hücreler yuvarlak çekirdekli, yassı hücreler yassılmış oval çekirdeklidir.
Çekirdeğin uzun ekseni her zaman hücrenin ana eksenine koşuttur.
Hücreler arasındaki sınır ışık mikroskobu ile genellikle
ayırt edilemediğinden hücrelerin sayısı ve şekli hakkında ipucu vermesi
açısından hücre çekirdeği şekli önem taşır. Çekirdek şekli, epitel sınıflanması
açısından başlıca morfolojik ölçütü oluşturan tabakalar halinde düzenlenip
düzenlenmediğini ayırtetmek açısından da değerlidir.
Bütün epitel hücreleri, altlarında
bulunan bağ dokusu ile ilişkilidir, bunların alt yüzeyindeki, yaprağa benzer
hücre dışı yapı, bazal lamina olarak isimlendirilir. Bu yapı
yalnızca elektron mikroskobu ile görülebilir. İnce lifçiklerin oluşturduğu
ince bir ağdan meydana gelen, 20-100 nm kalınlığında yoğun bir tabaka (lamina densa) olarak belirir. Lamina densanın
yanısıra bazal laminadaki yoğun tabakanın tek ya da her iki yanında elektron
geçirgen tabakalar bulunabilir, Bunlar lamina rara ya da lamina lusida olarak isimlendirilir. Bazal
laminanın ana bileşenleri tip IV kolaj en ile lami- nin denen bir glikoprotein ve proteoglikandır (ör., perla- kan adı verilen heparan
sülfat proteoglikanı). Bazal lamina, altındaki bağ dokusuna kolajenin özel bir
tipi olan (tip VII) tutturucu liflerle ve yüzeysel dermişin elastik
bileşenlerinden olan mikro lifçik demetleri ile tutunur (Şekil 4-1 ve
4-2).
Bazal lamina
yalnızca epitelli dokularda değil, aynı zamanda bağ dokusu ile temas eden
diğer hücre tiplerinde de bulunur. Kas, yağ ve Schwann hücrelerinin
çevresindeki bazal laminalar, bağ dokusu ile diğer dokular arasında makro-
molekiillerin değiş tokuş edilmesini kısıtlayan ya da düzenleyen bir engel
oluşturur. Bazal lamina, akciğer alveolleri ve böbrek glomerüliinde olduğu gibi
komşu epitel tabakaları arasında da bulunur (Şekil 4-2 A). Buralarda, her iki
epitel hücre tabakasına ait bazal laminaların kaynaşması sonucu bazal lamina
daha kalındır.
Bazal laminanın
bileşenleri, epitel, kas, yağ ve Schwann hücreleri tarafından salgılanır. Bazı
durumlarda retiküler lifler bazal lamina ile sıkı bir ilişki içinde olan ve retiküler lamina adı verilen bir tabaka oluştururlar (Şekil
4-1B ve 4- 2B). Bu retiküler lifler bağ dokusu hücreleri tarafından üretilir.
Bazal laminanın
birçok işlevi bulunur. Basit yapısal destek ve süziilmenin yanında, hücre
kutuplaşmasını etkileye bilir, büyüme
faktörlerine bağlanarak hücre çoğalmasını ve farklılaşmasını düzenleyebilir,
hücre metabolizmasını etkileyebilir, komşu plazma zarındaki proteinleri
düzenleyebilir (sinyal aktarımını etkileyerek) ve hücre göçü için yol oluşturabilir.
Bazal lamina görünüşe göre, sinirinden ayrılan kas liflerinin yeniden sinire
kavuşturulması gibi belli hücreler arasındaki etkileşimler için gerekli
bilgileri de İçermektedir. Yeni nöromiisküler bağlantıların kurulması için kas
hücreleri etrafında bazal laminanın bulunması gerekir.
Bazal membran terimi, epitel
altında, böbrek glomerCil- leri (Şekil 4-3) ve akciğer alveollerinde ışık
mikroskobu ile periyodik asit-Schiff (PAS) pozitif olarak görülebilen tabakayı
betimlemek için kullanılır. Bazal membran genellikle 2 bazal laminanın
kaynaşması (Şekil 4-2A) ya da bir bazal lamina ile bir retiküler laminanın
birleşmesi (Şekil 4-2B) ile oluşur ve bu yüzden daha kalındır. Bu terimlerin
kullanılması konusunda bütün araştırmacılar fikir birliği içinde değildir, söz
konusu terimlerin çoğu kez keyfi kullanılması kanşıklı a neden olmaktadır. Bu kitapta bazal lamina terimi genellikle elektron
mikroskop ile görülen lamina densa ve değişebilen oranda bulunan lamina rara
yapılarını ifade etmektedir. Işık mikroskobu ile görülen daha kalın yapıları
ifade etmek için bazal nıembran terimi kullanılmaktadır
.Hücreler arası Bağlantılar
.Hücreler arası Bağlantılar
Zarla ilişkili çeşitli yapılar,
hücreler arasındaki tutunma ve iletişime katkıda bulunur. Epitel hücreleri
birbirlerine sıkıca yapışmış durumdadır, onları ayırmak için oldukça büyük bir
mekanik güç gerekir. Hücreler arası yapışma özelliği daha çok çekme kuvvetine
ve basınca maruz kalan epitelli dokularda (örn. deri) belirgindir. Tutunma,
kısmen plazma zarının kadherin adı verilen zarı kateden (transmembran)
glikoproteinler ailesinden kaynaklanır. Kadherİnler ortamda kalsiyum bulunmadığında
yapışkanlıklarını yitirirler.
Hücrelerarası makromolekiil ve iyonların yapıştırıcı
etkisine ek olarak, çoğu epitel hücresinin yan yüzey zarları, hücreler arası bağlantı yapılarını oluşturan
çeşitli özelleşmeler gösterir. Bu bağlantılar yalnızca yapışma
bölgeleri olarak görev yapmakla kalmaz, aynı zamanda hücrelerarası aralıktan
madde geçişini önler ve komşu hücreler arasında iletişim düzeneğini oluşturur.
Bazı epitellerde çeşitli bağlantılar çoğu kez hücrenin tepesinden tabanına
doğru belirli bir düzen içinde bulunurlar.
Birçok epitelde karşılaşılan ikinci
bağlantı tipi zonula adherens'dir (Şekil 4-4 ve 4-5). Bu bağlantı, hücreyi çepeçevre sarar
ve hücrenin komşusuna yapışmasını sağlar. Bu bağlantının önemli bir özelliği,
bağlantı bölgesindeki zarların sitoplazmaya bakan yüzünde bulunan yoğun
plakların içine girmiş olan çok sayıdaki aletin filamamdır. Filamanlar, aktin
filamanlarından, ara filamanlardan ve spekuinden oluşan bir ağ olan terminal ağdan kaynaklanır.
Aralık
bağlantıları (Gap Junction) ya da neksus, epitel hücrelerinin çoğunda yan
yüzey zarları boyunca hemen her yerde bulunabilir. Aralık bağlantıları
neredeyse tüm memeli dokularında bulunur. Olağan elektron mikroskop fotoğraflarında
komşu hücre zarlarının çok yakın (2 nııı) konumda bulunması ile nitelik
kazanır (Şekil 4-7A ve C). Dondurup kırma işleminin ardından plazma zarındaki
zar içi parçacıklar dairesel yamalar halinde kümeler oluşturur (Şekil 4-7 B).
Aralık bağlantısının koneksin adı
verilen protein birimleri, merkezlerinde yaklaşık 1.5 nm çapında hidrofilik
bir delik içeren altıgenler oluşturur. Bu birim, konekson olarak tanımlanır ve komşu hücre
zarlarındaki koneksonlar, iki hücre arasında hidrofilik kanal oluşturacak
şekilde karşı karşıya gelirler (Şekil 4-7A). Moleküler klonlama çalışmalarında
konek- sinlerin farklı biçimlerde dağılmış ve farklı fizyolojik özelliklere
sahip kanallar oluşturan akraba proteinler ailesi olduğu gösterilmiştir. Aralık
bağlantıları, hücreler arasında, molekül ağırlığı 1500'ün altındaki
moleküllerin alışverişine izin verir. Ayrıca, bazı hormonlar, döngüse! AMP ve
GMP ve iyonlar gibi işaret molekülleri, aralık bağlantıları üzerinden
dolaşabilir ve pek çok dokuda hücrelerin bağımsız birimler şeklinde değil,
eşgüdümlü hareket etmelerini sağlar, Bunun tipik bir örneği kalp kası
hücreleridir, buradaki aralık bağlantıları büyük ölçüde kalbin düzenli olarak
atmasından sorumludur.
Daha önce yalıtılan hücreler arasında
aralık bağlantıları süratle oluşturulabilir. Metabolik engelleyiciler -
özellikle ok- sidatif fosforillennıeyi durduranlar- bağlantıların oluşmasını
engeller ya da hücreler arasında varolan bağlantıları çözer. Bununla birlikte
protein sentezi olmadığında da yeni bağlantılar oluşabilmektedir. Bu durumda
koneksinler plazma zarında dağınık halde bulunan alt birimlerden meydana
gelir.
Son bağlantı tipi desmozom (Yun. Desmos, bant, + soma,
gövde) ya da maküla adherenstir (Şekil 4-4 ve 4-5). Desmozom hücre yüzeyinde disk şeklindeki karmaşık
bir yapıdır, komşu hücrenin yüzeyinde buna özdeş bir yapı ile bağlantı kurar.
Bu bölgede hücre zarları oldukça düzdür ve genellikle birbirleri arasındaki
uzaklık (>30 nm) olağan mesafe olan 20 nm'den fazladır. Her iki hücre
zarının sitozol tarafında, zardan kısa bir mesafe uzakta en az 12 proteinden
oluşan dairesel bir plaka şeklinde tutunma
plağı olarak isimlendirilen yapı
bulunur. Epitel hücrelerinde ara keratin filamanları tutunma plağı içine girer
ya da u dönüşlerle kıvrılarak sitoplazmaya geri dönerler. Hücre iskeletinin
ara fila- manları çok dayanıklı olduğundan, desmozomlar hücreler arasında
sağlam bağlantılar oluşturur. Epitel oluşturmayan hücrelerde desmozomlara
tutunan ara filamanlar keratin değil, desmin ya da vimentin gibi başka
proteinlerdir. Kadhe- rin ailesinden proteinler de desmozomların oluşturduğu
bağlantıya katılır. Bu tutunma, ortamdaki Ca+2 uzaklaştırıldığında
sona erer.Epitel hiicrcleriyle bazal
laminanın temas ettiği yüzeyde çoğunlukla hemidesmosomlar (Yun. hemi-yemm + cles- mos-bant, som a-gövde)
gözlenir. Morfolojik olarak hu yapılar, epitel hücresinin plazma zarı üzerinde
bir yarı desmo- zom seklinde izlenir ve epitel hücrelerin hemen alttaki bazal
laminaya tutunmasını sağlar (Şekil 4-1B). Bununla birlikte, desmozomlardaki
tutunma plakları kadherin içerirken, lıemi- desmozomlarclaki plaklar hücre dışımakromolekiiller olan laminin ve tip IV kolajen için reseptör bölgeleri oluşturan transmembran proteinleri olan integrinlerden oluşmaktadır.
İşlevsel açıdan bakıldığında hücreler
arasındaki bağlantılar, tutturucu bağlantılar (zonulae adherensler, hemides-
mosomkır ve desmosomlar), geçirgen olmayan bağlantılar (zonula oldudensler) ve iletişim sağlayan
bağlantılar (aralık
bağlantısı) biçiminde sınıflandırılabilir.
Bazı epitel hücrelerinin serbest yüzeylerinde hücre yüzey
alanını artırmaya ya da yabancı parçacıkları uzaklaştırmaya yönelik
özelleşmeler bulunur.
Elektron mikroskopta incelendiğinde bazı dokulardaki
hücrelerin çoğunun tepeye bakan yüzeyinde sitoplazma uzantılarına sahip
oldukları görülür. Bu uzantılar kısa ya da uzun, parmağa benzer çıkıntılar ya
da birbirini takip eden kıvnntılı katlanmalar biçiminde izlenir. Bunlar az ya
da çok sayıda olabilir. İnce bağırsağı döşeyen epitel ya da böbreğin proksimal
tübiil hücreleri gibi emilim yapan hücrelerde düzgün olarak sıralanmış yüzlerce
mikrovilus (Yun. mikros, küçük + L. vilıts saç demeti) bulunur (Şekil 4-8 ve 4-9). Her bir
mikrovilusun boyu yaklaşık 1 ¡im, eni 0.08 pın'dir. Emici hücrelerdeki glikokaliks, çoğu
başka hiicredekinden daha kalındır. Mikroviluslardan ve gli- kokaliksten oluşan
kompleks ışık mikroskobunda kolayca görülür ve fırçamsı ya da çizgili kenar olarak isimlendirilir.
Stereosilyıımlar, epididim ve duktus deferens hücrelerinin
uzun ve hareketsiz olan çıkıntıları olup esasen uzun ve dallanmış
mikroviluslardir, bunlar gerçek titrek tüyler (silyum- larla) ile
karıştırılmamalıdır. Stereosilyumlar hücre yüzeyini artırarak moleküllerin
hücre içine girişini ve hücreden çıkışını kolaylaştırır.
Titrek tüyler epitel hücrelerinin
yüzeyinden uzanan, boyu 5-
10
pm
ve çapı 0.2 pm olan hareketli yapılardır, Hücre zarı ile çevrilidir ve
çevresinde 9 mikrotübül çifti bulunan merkezi bir çift mikrotübül içerir.
Periferik çiftlerin mikrotübül- leri birbirine bağlanır (Şekil 4-10).
Titrek tüyler, apikal kutupta hücre
zarının hemen altında bulunan, elektron yoğun yapılı bazal cisimciklere
tutunur (Şekil
4-10). Bazal cisimcikler sentriyollerle özdeş yapıya sahiptir (bkz. 2. Bölüm).
Canlı organizmalarda titrek tüyler
hızla ileri-geri hareket eder. Titrek tüylerin hareketi çoğunlukla sıvı ya da
parçacık içeren maddelerin titrek tüylü epitel üzerinden bir yöne doğru akış
düzenini sağlar. Titrek tüylerin hareketi için kullanılan enerjinin kaynağı
ATP'dir.
Soluk borusundaki titrek tüylü bir hücrenin yaklaşık 250 titrek tüye
sahip okluğu tahmin edilmektedir. Kamçı, insanda yalnızca spermatozoonlarda
bulunur, Titrek tüylere benzer yapıdadır, ancak çok daha uzundur ve çoğunlukla
her hücrede bir tane olmak üzere sınırlı sayıdadır.
Epitel geleneksel olarak yapı ve işlevine göre 2 ana gruba
ayrılır: örtü epiteli ve bez epiteli. 13u mutlak olmayan bir ayırımdır, çünkü
bütün hücreleri mukus salgılamasına karşın örtücü olan epitel de vardır (örn.
midenin yüzey epiteli) ya da örtücü hücreler arasına dağılmış bez hücreleri de
bulunur (örn. ince bağırsak ya da soluk borusundaki mukus hücreleri).
Örtü epiteli, hücreleri tabaka
halinde vücudun dış yüzeyini örten ya da iç boşlukları döşeyen dokulardır.
Morfolojik olarak hücre kat sayısına ve yüzey katmanındaki hücrelerin sekline
göre sınıflandırılır (Tablo 4-2). Tek kadı epitel (basit epitel) yalnızca tek hücre
tabakasına sahiptir (.Şekil 4-11), Çok katlı epitelde ise birden daha fazla hücre tabakası
bulunur. (Şekil 4-12).
Tek katlı epitel
hücre şekline göre yassı, kübik ya da prizmatiktir (Şekil 4-13 ile 4-16 arası). Kan
damarlarını dö
şeyen endotel ve plevra ve periton gibi belli vücut
boşluklarını döşeyen mezotel tek katlı yassı epitele örnek oluşturur
(Şekil 4—13 ve 4—14).
Kübik epitel için ovaryumun yüzey
epiteli ve prizmatik epitel için ince bağırsağı döşeyen epitel örnek
verilebilir.
Çok katlı epitel, en üst
tabakasındaki hücre şekline göre sınıflandırılır.
Çok katlı epitel (Şekil 4-17, 4-18 ve 4-19) yüzeyindeki
hücrelerin şekline göre yassı, kübik, prizmatik ve değişici olarak sınıflandırılır. Ayrı bir grup
oluşturan yalancı çok katlı epitel ileride anlatılmaktadır.
Çok katlı yassı
keratinleşmiş epitel esas olarak deride bulunur. Hücreleri çok sayıda tabaka
oluşturur, alttaki dokuya yakın olan hücreler genellikle kübik ya da prizma-
tiktir. Yüzeye yaklaştıkça hücreler düzensiz şekil alır ve gittikçe
yassılaşarak ince ve yassı hale geçerler (ayrıntılı bilgi için 18. Bölüme
bakınız).
Çok katlı yassı
keratinleşmemiş epitel (Şekil 4—17) yüzeyi kuru olan derinin aksine ıslak
boşlukları (örn. ağız, yemek borusu, vajina) döşer. Çok katlı yassı
keratinleşme
iniş epitel, yüzeyinde
çekirdeklerini korumuş canlı hücrelerin oluşturduğu yassılaşmış bir tabaka ile
özellik kazanır. Bu epitelin keratinleşmiş türünde ise bu durum gözlenmez, yüzeydeki
hücreler ölüdür ve çekirdekler görülmez
çok katlı prizmatik
epitel seyrektir,
İnsan vücudunda yalnızca gözün konjunktivası ve büyük bezlerin boşaltım kanalları
gibi sınırlı alanlarda bulunur.
Değişici epitel, idrar kesesi, üreler ve üretranm üst
kısmını döşer. Yüzeyinde ne yassı ne de prizmatik olmayan, kubbe gibi şişkin
hücrelerin varlığı ile özellik kazanır (Şekil
3-
18
ve 4-19). Hücrelerin şekilleri idrar kesesinin dolmasına bağlı olarak değişir.
Bu epitel, 19. Bölümde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Yalancı çok katlı
epitel bu ismi
çekirdeklerin değişik seviyelerde yer alması nedeniyle alır. Bütün hücreler
bazal laminaya tutunmalarına karşın bazıları yüzeye erişemez. Bu dokunun en iyi
bilinen örneği solunum yollarında bulunan yalancı çok katlı titrek tüylü
prizmatik epiteldir (Şekil 4-12).
Epitelin iki başka tipinden de kısaca söz etmek gerekir. Nöroepitel
hücreleri, duyu
alımı için özelleşmiş epitel kökenli hücrelerdir (örn. tat tomurcuklarının
hücreleri). Miyo- epitel hücreleri, miyozin ve çok sayıda aletin mikrofilama- nı içeren
dallanmış hücrelerdir. Bunlar kasılma için özelleşmistir, başlıca meme, ter ve tükürük bezlerinin
asiniislerinde bulunur.
Bez epiteli, salgı üretmek üzere
özelleşmiş hücrelerin oluşturduğu dokulardır. Salgılanacak olan moleküller
genellikle hücre içinde salgı granülü adı verilen zarla çevrili, küçük
keseciklerde depolanır.
Bez epiteli hücreleri, proteinleri
(örn., pankreas), lipitleri (örn., adrenal ve yağ bezleri), ya da karbonhidrat
ve protein bileşimlerini (örn., tükürük bezleri) sentezieyebilir, depolayabilir
ve salgılayabilir. Meme bezleri her üç maddeyi de salgılar. Daha seyrek görülen
bazı bez hücreleri düşük sentez aktivitesine sahiptir (örn., ter bezleri) ve
bunlarda salgının çoğu kandan, bezin lümenine aktarılan maddelerden oluşur.
oluşur, çok hücreli bezler ise hücre gruplarından
meydana gelir. Tek
hücreli beze örnek ince bağırsak
epitelinde (Şekil -i—20) ya da solunum yollarında yer alan goblet hücresidir.
Bununla birlikte bez terimi, tükürük bezi ve pankreasta
olduğu gibi çoğunlukla bez epiteli hücrelerinin büyük ve karmaşık kümeler
halinde düzenlenmiş Ssekli için kullanılır.
Bezler daima örtücü epiteiden, hücre
çoğalması ve altındaki bağ doku içine göçü ile bunu takip eden değişimlerden
sonra ortaya çıkar (Şekil 4-21). Dış salgı (eksokrin) (Yun. oxo, dış, + krinein, ayırmak) kökenini aldığı yüzey
epiteli ile bağlantılarını sürdüren bezlerdir. Bu bağlantı, bezin salgılarının
kanallardan geçerek yüzeye eriştiği, epitel hücreleriyle döşeli tübiiler kanal
yapısı şeklinde karşımıza çıkar. İç salgı bezleri (endokrin) (Yun. en don, içinde krinein) gelişim esnasında köken aldıkları
yüzey ile bağlantıları kesilmiş olan bezlerdir. Bundan dolayı bu bezler
kanalsızdır ve kanal sisteminden farklı olarak bunların salgıları kan akımı
tarafından toplanarak etki edeceği alana taşınır.
edilebilir. Birinci tipte, kümelenen
hücreler ağızlanan kordonlar şeklinde, genişlemiş kan kapilleri arasına
dağılmıştır (örn. böbrek üstü bezi, paratiroid, lıipofiz ön lobu; bkz. Şekil
4-21). İkinci tip hücreler, hiicresiz materyal ile dolu olan follikül ya da
vezikülleri döşer (örn. tiroit bezi; Şekil 4-14).
Eksokrin bezler salgı yapımından
sorumlu bir salgı yapıcı kısma ve salgıyı bezin dışına taşıyan
kanallara (Şekil 4-22) sahiptirler. Basit bezler yalnızca bir tane dallanmamış kanala
sahip iken bileşik bezler defalarca dallanmış olan kanallara (çatallanmış kanallar)
sahiptir. Bezler, salgı yapıcı kısmındaki hücresel organizasyona göre de
ayrıca sınıflandırılır. Basil bezler tübiiler, kıvrıntılı tiibüler, dallanmış
tiibüler ya da asiner olabilir. Bileşik bezler ise tübüler, asiner ya da
tubııloasiner olabilir (Şekil 4-22). Bazı organlar hem endokrin hem de
eksokrin işleve sahiptir ve bir hücre tipi her iki yönde fonksiyon görebilir.
Örn. karaciğerde hücreler kanal sistemi içine safra salgılarken aynı zamanda
bazı başka ürünlerini de kana verirler. Başka organlarda bir kısım hücreler
eksokrin işlev için özelleşmiştir, bazıları ise yalnızca endokrin salgı ile
ilgilidir, örn. pankreasta, asiner hücreler sindirim enzimlerini ince bağırsak
lümenine salgılarken, adacık hücreleri insiilin ve glııkagonu kana salgılar.
Salgı ürününün hücreyi terk etme biçimine göre bezler merokrin (Yun. nıeros + krinein, ayrılmak) ya da holokrin (Yun. bolos, tüm + krinein) olarak sınıflandırılabilir. Merokrin bezlerde (örn pankreas) salgı granülleri ekzositoz
yoluy
la hücreyi terk eder ve hücresel
materyal dışında kayıp olmaz. Holokrin bezlerde (örn. derideki yağ bezleri)
salgı ürünü hücrenin bütünü olarak atılır. Bu işlemde salgı dolu hücrenin
yıkımı söz konusudur. Ara tipte, yani apokrin (Yun. cipo, uzaklaşmak + krinein) bezde salgı ürünü üst sitoplaz-
manın bir kısmı ile birlikte atılır.
Çok hücreli bezler genellikle bağ
dokusundan oluşan bir kapsül ile sarılıdır ve bağ dokusundan oluşan bölmeler organı
lopçuklara ayırır. Lopçuklar da daha küçük bölümlere ayrılır, bu şekilde bağ dokusu bez yapısını ayırır ve ayrılan
bölümleri birbirine bağlar. Kan damarları ve sinirler de bezin içine girer ve
dallanır.
Vücut boşluklarını döşeyen örtü epitelinin altında bir bağ
dokusu tabakası olan lamina propriya, bazal lamina ile birlikte epitele
tutunur. Lamina propriya epiteli desteklemekle kalmayıp, komşu dokulara
tutunmasını da sağlar. Epitel ve lamina propriyanın temas yüzeyindeki
düzensizlikler, papillae (Lat.,
papııh'nm küçüğü, meme başı, tekil, papilla) olarak
İsimlendirilen oluşumları meydana getirir. Bunlar çoğunlukla deri ve dil gibi
dış etkilere açık epiteliyal dokularda oluşur.
Epitelin önemli bir özelliği onun kutupluluğu, yani bir serbest ya da üst yüzeyi ve bir de bazal laminaya oturan taban yüzeyi olmasıdır. Normalde kan damarlarının epitele girmemesi yüzünden bütün besinlerin, lamina propriyanın altında bulunan kılcal damarlardan çıkarak epitele geçmesi gerekir. Bu besinler ve epitel hücresi ürünlerinin öncülleri bazal la- minadan difüzyonla geçerek epitel hücrelerinin taban ve yan yüzeylerinden, genellikle de enerji gerektiren bir işlemle hücre içine alınır. Epitel hücrelerinin işlevlerini etkileyen kimyasal ulakların (örn. hormonlar, nörotransmiterler) reseptörleri de taban ve yan zarda toplanırlar. Emici epitel
hücrelerinde tepe-zarı yapısında zara bütünleşik proteinlerin yanı sıra emilecek okın moleküllerin sindirilmesini tamamlayan disakkaritler ve peptidazlar gibi enzimler de bulunur. Sıkı bağlantılar, çeşitli hücre zarı bölgelerindeki esas zar proteinlerinin birbirine karışmasını önlemeye yardımcı olur.
Epitel dokularının çoğu, lamina propriyadaki sinir birleşmelerinden zengin duyusal sinir uçları alırlar. Hepimiz gözün ön yüzünü örten korneanın çok duyarlı okluğunu biliriz. Bu duyarlılık, çok sayıdaki duysal sinir lifinin kornea epitelinin hücreleri arasına dallar uzatmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Epitel dokuları hücrelerinin, mitoz aktivitesi ile sürekli olarak yenilendiği dayanıksız yapılardır. Bu yenilenme hızı değişkendir. Her hafta yenilenen incebağırsak epiteli gibi dokularda hızlı ya da karaciğer ve pankreasta olduğu gibi yavaş olabilir. Çok katlı ve yalancı çok katlı epitel dokularında mitoz, bazal laminaya en yakın kök hücrelerin bulunduğu germinal tabakada meydana gelir.
Bezler genellikle sinir ve endokrin denetime karsı duvarlıdır. Bununla birlikte, bir denetim biçimi çoğu kez diğerinden dalıa baskındır. Örneğin, pankreasın eksokrin salgısı esas olarak sekretin ve kolesistokiniıı (Yun. Chole, safra, + kys- tis, kese, + kincin, kıpırdamak) hormonlarının oluşturduğu uyartıya bağlıdır. Bunun aksine, tükürük bezleri temel olarak sinirsel denetim altında çalışır.
Bezlerin sinirsel ve endokrin kontrolü kimyasal haberciler olarak adlandırılan kimyasal bileşiklerin etkisi ile gerçekleşir.
Bütiin hücreler enerji kaynağı olarak ATP’yi kullanarak, derişime ve elektriksel güç sabitine karşı belirli iyonları taşıma yeteneğine sahiptirler. Düşük derişimde oluşan edilgin yayılımdan (pasif difiizyon) ayırmak için bu olaya etkin taşıma denir. Memelilerde sodyum iyonunun (Na+) hücre dışı sıvıdaki derişimi 1-iO mmol/L iken, hücre içi sıvıdaki derişimi 5-15 mmol/L'dir. Buna ek olarak hücrelerin iç kısmının elektriksel yükü hücre dışı ortama göre eksidir. Bu koşullar altında artı yüklü sodyum iyonu hem elektriksel hem de derişim sabitine doğru yayılma eğilimindedir. Hücre Mg+- aracılığıyla Na+/K+ ATPazı (sodyum pompası) etkinleştirip, enerjinin depolandığı ATP'yi kullanarak Na+ıu aktif şekilde hücre dışına atar, hu sayede düşük olması gereken hücre içi sodyum derişimi korunur. Bazı epitel hücreleri (örn. böbrek proksimal ve distal tiibülleri, tükürük bezlerinin çizgili kanalları) sodyumu epitel hücresinin tepesinden tabanına taşımak üzere bu düzeneği kullanır; bu durum hücre boyu tasıma olarak adlandırılır.
Proksimal tübül hücresinin tepe (apikal) yüzeyi Na+u serbest geçirir. Elektriksel ve ozmolik dengeyi sağlamak üzere ekimolar miktarda kloriir ve su, Na+ iyonunu takip ederek hücre içine girer. Bu hücrelerin taban yüzeylerinde
çok sayıda kıvrım bulunur (Şekil -i—2-i); elektron mikroskopla taban plazma zarında çok sayıda ıızıın girintiler görülür. Bıına ek olarak komşu hücreler arasında taban uzantıları aracılığıyla kenetlenme mevcuttur. Mg+,ıın etkin kıldığı Na+ / K+ -ATP’azın taban plazma zarının girintilerinde yer aldığı, aynı zamanda yan zarlarda da bulunduğu gösterilmiştir. Bu girintiler arasında Na+'un hücre tabanından aklif olarak atılışı için gerekli enerjiyi (ATI5) sağlayan dikey yönde dizilmiş mitokondı iler yer alır. Klor ve su yeniden edilgin olarak sodyumu izler. Bu yüzden sodyum dolaşıma geri döner ve idrarda çok miktarda sodyum yitirilmez.
İyon taşınmasında sıkı bağlantılar önemli rol oynar. İyonlara, suya ve iri moleküllere karşı nispeten geçirgen olmayışı nedeniyle, epitelden geçen maddelerin geriye difiiz- yonunu önler. Aksi durumda çok büyük oranda enerji yitirilmesi söz konusudur.
İyon taşınması ve onu izleyen sıvı akışı çeşitli epitel hücrelerinde zıt yönlere (örn. tepeden tabana, tabandan tepeye) olabilir. Bağırsakta, böbreğin proksimal toplayıcı tiibüllerin- de, tükürük bezlerinin çizgili kanallarında, safra kesesinde, v.b. akım, hücrenin tepesinden laban bölümüne doğrudur. Koroid pleksus ve siliyer cisim gibi diğerepitelyal tabakalarda akış zıt yöndedir. Her iki durumda da sıkı bağlantılar hücrenin tepe kısmını kapatarak iç ve dış doku bölmelerini oluşturur (Şekil -i—25>.
Polarite (Kutupluluk)
Epitelin önemli bir özelliği onun kutupluluğu, yani
bir serbest ya da üst yüzeyi ve bir de bazal laminaya oturan taban yüzeyi
olmasıdır. Normalde kan damarlarının epitele girmemesi yüzünden bütün
besinlerin, lamina propriyanın altında bulunan kılcal damarlardan çıkarak
epitele geçmesi gerekir. Bu besinler ve epitel hücresi ürünlerinin öncülleri
bazal la- minadan difüzyonla geçerek epitel hücrelerinin taban ve yan
yüzeylerinden, genellikle de enerji gerektiren bir işlemle hücre içine alınır.
Epitel hücrelerinin işlevlerini etkileyen kimyasal ulakların (örn. hormonlar,
nörotransmiterler) reseptörleri de taban ve yan zarda toplanırlar. Emici
epitel
hücrelerinde tepe-zarı yapısında zara bütünleşik
proteinlerin yanı sıra emilecek okın moleküllerin sindirilmesini tamamlayan
disakkaritler ve peptidazlar gibi enzimler de bulunur. Sıkı bağlantılar,
çeşitli hücre zarı bölgelerindeki esas zar proteinlerinin birbirine
karışmasını önlemeye yardımcı olur.
Epitel dokularının çoğu, lamina propriyadaki sinir birleşmelerinden
zengin duyusal sinir uçları alırlar. Hepimiz gözün ön yüzünü örten korneanın
çok duyarlı okluğunu biliriz. Bu duyarlılık, çok sayıdaki duysal sinir lifinin
kornea epitelinin hücreleri arasına dallar uzatmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Epitel dokuları hücrelerinin, mitoz aktivitesi ile sürekli
olarak yenilendiği dayanıksız yapılardır. Bu yenilenme hızı değişkendir. Her
hafta yenilenen incebağırsak epiteli gibi dokularda hızlı ya da karaciğer ve
pankreasta olduğu gibi yavaş olabilir. Çok katlı ve yalancı çok katlı epitel
dokularında mitoz, bazal laminaya en yakın kök hücrelerin bulunduğu germinal
tabakada meydana gelir.
Bezler genellikle sinir ve endokrin
denetime karsı duvarlıdır. Bununla birlikte, bir denetim biçimi çoğu kez
diğerinden dalıa baskındır. Örneğin, pankreasın eksokrin salgısı esas olarak
sekretin ve kolesistokiniıı (Yun. Chole, safra, + kys- tis, kese, + kincin,
kıpırdamak) hormonlarının oluşturduğu uyartıya bağlıdır. Bunun aksine, tükürük
bezleri temel olarak sinirsel denetim altında çalışır.
Bezlerin sinirsel ve endokrin kontrolü kimyasal haberciler
olarak
adlandırılan kimyasal bileşiklerin etkisi ile gerçekleşir.
Bütiin hücreler enerji kaynağı olarak
ATP’yi kullanarak, derişime ve elektriksel güç sabitine karşı belirli iyonları
taşıma yeteneğine sahiptirler. Düşük derişimde oluşan edilgin yayılımdan
(pasif difiizyon) ayırmak için bu olaya etkin taşıma denir. Memelilerde sodyum iyonunun
(Na+) hücre dışı sıvıdaki derişimi 1-iO mmol/L iken, hücre içi
sıvıdaki derişimi 5-15 mmol/L'dir. Buna ek olarak hücrelerin iç kısmının
elektriksel yükü hücre dışı ortama göre eksidir. Bu koşullar altında artı yüklü
sodyum iyonu hem elektriksel hem de derişim sabitine doğru yayılma
eğilimindedir. Hücre Mg+- aracılığıyla Na+/K+
ATPazı (sodyum pompası) etkinleştirip, enerjinin depolandığı ATP'yi kullanarak Na+ıu
aktif şekilde hücre dışına atar, hu sayede düşük olması gereken hücre içi
sodyum derişimi korunur. Bazı epitel hücreleri (örn. böbrek proksimal ve distal
tiibülleri, tükürük bezlerinin çizgili kanalları) sodyumu epitel hücresinin
tepesinden tabanına taşımak üzere bu düzeneği kullanır; bu durum hücre boyu
tasıma olarak adlandırılır.
Proksimal tübül hücresinin tepe (apikal) yüzeyi Na+u
serbest geçirir. Elektriksel ve ozmolik dengeyi sağlamak üzere ekimolar
miktarda kloriir ve su, Na+ iyonunu takip ederek hücre içine girer.
Bu hücrelerin taban yüzeylerinde
çok sayıda kıvrım bulunur (Şekil
-i—2-i); elektron mikroskopla taban plazma zarında çok sayıda ıızıın
girintiler görülür. Bıına ek olarak komşu hücreler arasında taban uzantıları
aracılığıyla kenetlenme mevcuttur. Mg+,ıın etkin kıldığı Na+
/ K+ -ATP’azın taban plazma zarının girintilerinde yer aldığı, aynı
zamanda yan zarlarda da bulunduğu gösterilmiştir. Bu girintiler arasında Na+'un
hücre tabanından aklif olarak atılışı için gerekli enerjiyi (ATI5)
sağlayan dikey yönde dizilmiş mitokondı iler yer alır. Klor ve su yeniden
edilgin olarak sodyumu izler. Bu yüzden sodyum dolaşıma geri döner ve idrarda
çok miktarda sodyum yitirilmez.
İyon taşınmasında sıkı bağlantılar
önemli rol oynar. İyonlara, suya ve iri moleküllere karşı nispeten geçirgen olmayışı
nedeniyle, epitelden geçen maddelerin geriye difiiz- yonunu önler. Aksi durumda
çok büyük oranda enerji yitirilmesi söz konusudur.
İyon taşınması ve onu izleyen sıvı akışı çeşitli
epitel hücrelerinde zıt yönlere (örn. tepeden tabana, tabandan tepeye)
olabilir. Bağırsakta, böbreğin proksimal toplayıcı tiibüllerin- de, tükürük
bezlerinin çizgili kanallarında, safra kesesinde, v.b. akım, hücrenin
tepesinden laban bölümüne doğrudur. Koroid pleksus ve siliyer cisim gibi diğerepitelyal tabakalarda akış zıt yöndedir. Her iki durumda
da sıkı bağlantılar hücrenin tepe kısmını kapatarak iç ve dış doku bölmelerini
oluşturur (Şekil -i—25>.
Vücudun çeşitli hücrelerinde plazma zarının yüzeyinde oluşan
çok sayıda pinositoz keseciği, büyük moleküllerin plazma zarından geçirilerek
taşınmasını sağlar. Bu etkinlik, kan damarlarını (endotel) ya da vücut
boşluklarını (mezotel) döşeyen tek katlı yassı epitelde belirgin olarak
gözlenir. Bu hücreler, hücre yüzeyinde ve sitoplazma içinde bol miktarda
bulunan pinositoz kesecikleri dışında az sayıda organele sahiptir. Bu
gözlemlerin yanında elektron yoğun koloidal parçacıkların (örn. ferriiin,
koloidal altın, toryum) enjeksiyonunun ardından elektron mikroskobik inceleme
bulguları, keseciklerin, enjekte edilen maddeyi hücre içinden her iki yöne de
taşıdığını ortaya koymaktadır.
Pankreasın asiner hücreleri ve goblet hücreleri,
salgıladıkları ürünlerinin molekiiler yapısı ve yoğunluğundan ötürü sırasıyla
seröz ve miiköz hücreler olarak tanımlanan hücrelere tipik örnek oluştururlar.
Bunlar ortada yuvarlak bir çekirdeği bulunan, belirgin kutupsallık sergileyen
çok yüzeyli ya da piramid şeklindeki hücrelerdir. Seröz hücrenin tabanına yakın
bölgede yoğun, birbirine koşut sıralar halinde, poliri- bozomlaria kaplı kaba
encloplazma retikulumu sarnıçları toplandığından, yoğun bazofili izlenir (Şekil
-i-26). Tepe bölgesinde iyi gelişmiş bir Golgi yapısı ve çok sayıda yuvarlak,
proteinden zengin, zara tutunan ve salgı grandileri adını alan kesecik bulunur.
Sindİrici enzimler üreten hücrelerde (ör. Pankreasın asiner hücreleri) bu
keseciklere zimojen gra- nüller denir (Şekil -t-26, 4-27 ve -i-28). Golgi sarnıçlarından zara bağlı büyük; ham salgı
granülleri oluşur
(Şekil -ı—28). Suyu çekildikçe, daha koyulaşarak hücre salgılayıncaya dek
biriken olgun salgı granüllerini oluştururlar. Hücreler salgı ürünlerini salıverdiklerinde
salgı grandilerinin zarları hücre zarına tutunur ve graniil içeriği eksositoz adı verilen bir işlemle hücre dışına
boşaltılır. Zarların lipit tabakaları aynı elektrik yüküne sahip olduğundan
birbirini iter. Bu yüzden, hücre zarlarının kaynaşması proteinler tarafından
kolaylaştırılıp, denetlenen oldukça karmaşık bir işlemdir. Diğer sitoplazma
yapılarında olduğu gibi salgı graniillerinin hareketi de hücre iskeletinin ve
sitozoldeki motor proteinlerin etkisi altında gerçekleşir. Işık mikroskopta,
şerciz salgı yapan hücrelerin siloplazmasının taban bölümünde büyük bölümü
kaba encloplazma retikulumuna tutunan çok sayıda ribozom yüzünden, belirgin
bazofili izlenir (Şekil -i—29). Sİtoplazmanm tepe bölümü açık renk boyanan
salgı kesecikleriyle doludur.
Üzerinde
en çok çalışılan mukus salgı hücresi, bağırsaklardaki goblet hücresidir. Bu
hücrenin içinde, müsin adı verilen güçlü su sever glikoproteinleri içeren açık
renk boyalı çok sayıda granül bulunur. Salgı
graniilleri hücrenin tepe bölümünü büyük ölçüde doldurur ve çekirdek genellikle
hücre tabanında yer alır. Bu bölgede kaba endoplazıııa reti- kulumu fazladır
(Şekil 4-30 ve 4-31). Çekirdeğin hemen üzerinde yer alan Golgi yapısı başka
hücrelere göre çok daha iyi gelişmiştir ve bu durum hücrenin işlevindeki
önemini göstermektedir. Otoradyografi çalışmalarından elde edilen veriler, bu
hücrede proteinlerin kaba endoplazma retikulu- munun yoğun olduğu hücre
tabanında sentezlendiğini düşündürmektedir. Özdek protein monosakaritleri
endoplazma retikulumu ve Golgi aygıtında bulunan enzimler olan glikoziltransferazlar
tarafından
eklenir. Müsinler hücreden sahverikliğinde, aşırı derecede su çeker ve kıvamlı,
elastik, koruyucu kaygan bir pelte biçimindeki mukusu oluşturur.
Bağırsaklardaki goblet hücreleri (Şekil 4-32) milsin gli-
koproteinlerini sentezleyen birkaç hücre tipinden yalnızca birisidir.
Diğerleri, midede, tükürük bezlerinde, sulunum yollarında ve üreme sisteminin
iletici yollarında bulunur. Söz konusu miiköz hücreler, morfolojik özellikleri
ve salgılarının kimyasal bileşimi açısından büyük çeşitlilik sergiler. Örneğin,
tükürük bezlerindeki mukus salgılayan hücreler farklı yapıya sahiptir (Şekil
4-33) ve çoğunlukla aynı asinüs içinde seröz salgı yapan hücrelerle birlikte
bulunur (Şekil 4-34).
Sindirim sistemine ilişkin ilk çalışmalar,
bu sistemde endokrin olmayan hücrelerin arasında dağılmış halde endokrin
hücrelerin bulunduğunu göstermiştir. Bu endokrin hücrelerin sitoplaz-
malarında ya polipeptid hormonlarını, ya da biyojenik aminler olan epinefrin,
norepinefrin ya da 5-hidroksitriptamin (seroto- nin) bulunur. Bazı durumlarda,
birden fazla bileşik aynı hücrede bulunur. Bu hücrelerin tümü olmasa da büyük
bir çoğunluğu amin öncüllerini biriktirebilme ve amino asit dekaıboksilaz
aktivitesi gösterme yeteneğine sahiptir. Bu özelliklerin baş harflerinin
birleştirilmesiyle bu gnıbun bilinen adı APUD (amine precursor uptake and decarboxylation) ortaya çıkar. Bu hücrelerin bazılarının gümüş tuzlan ile
boyanması nedeniyle argen- tafin ve argirofil hücreler olarak da adlandırılırlar.
Bu hücrelerin tümü amin öncüllerini toplamadıkları
için APUD adı büyük ölçüde yerini DNES'ye (difüz nöroendokrin sistem)
bırakmıştır. DNES hücreleri, immünohistokimya- sal yöntemlerle ya da özgül
aminler için kullanılan diğer his- tokiınyasal tekniklerle tanınabilir ve yeri
saptanabilir. DNES hücreleri organizmada yaygın olarak dağılır ve bu hücrelerin
solunum ve sindirim sistemlerinde, tiroid, hipofiz ve prostatla yer alan
yaklaşık 35 tipi saptanmıştır. Bazı DNES hücreleri parakrin hücrelerdir, çünkü
bunlar bazı kimyasal işaretler üreterek bunları çevrelerindeki hücre dışı sıvı
içine verirler, bu sinyaller damar sistemine geçmeksizin komşu hücrelerinin
işlevini düzenler. DNES hücrelerinde üretilen çoğu polipeptid hormon ve aminler
sinir sistemindeki kimyasal aracılar olarak da hareket ederler. Polipeptid
salgılayın hücreler genellikle taban kutuplarına yerleşmiş olan 100-400 nm
çapındaki granüllerle ayırt edilirler Miyoepite! Hücreleri
Bazı eksokrin bezler (örn. ter,
gözyaşı, tükürük, meme) yıldız ya da iğ şekilli miyoepitel hücreleri içerirler
(Şekil 4-
36)
.
Bu hücreler bez asinüslerini, ahtapotun yuvarlak kaya parçasını sardığı şekilde
sarar. Kanallar boyunca ise, daha çok, uzamına düzenlenme gösterirler.
Miyoepitel hücreleri, bazal lamina ile salgı ya da kanal hücrelerinin taban
kutbu arasında yer alırlar. Buna ek olarak birbirlerine ve epitel hücrelerine
aralık bağlantıları ve desmozomlarla tutunurlar. Sitoplazma miyozinin yanı
sıra, çok sayıda aktin mikrofilamanları da içerir. Miyoepitel hücreleri,
keratin ailesinden ara filamanlara sahiptir, bu da onların epitel kökenli
olduklarını kanıtlar. Miyoepitel hücrelerinin görevi bezin salgı yapıcı ya da
salgı iletici kısımlarının çeperinde
kasılmak ve böylece salgı ürününün dışarıya doğrıı itilmesine
yardımcı olmaktır.
Sterokl salgılayan hücreler vücudun
çeşitli organlarında (örn. teslisler, ovaıyumlar, böbrek üstü bezleri)
bulunurlar. Bunlar steroidleri hormona! aktivite olarak salgılayan ve
sentezleyen özelleşmiş endokrin hücrelerdir. Aşağıdaki özellikleri sergiler
(Şekiller 1-27 ve -ı-2«S):
1.
Bunlar
çekirdeği merkezde, cok yüzeyli ya da yuvarlak eozinofilik hücrelerdir ve
sitoplazmalarında değişebilen miktarlarda lipit damlacıkları bulunur.
Steroid-salgılayıcı hücrelerin sitt»plazmaları cok
miktarda graniilsüz endoplazma retikulumu içerir, bunlar ağızlaşan lübüller
sekliııdedirler. Graniilsüz endoplazma retikulumu asetattan ve diğer
bileşiklerden kolestrol sentez- lemekte kullanılan enzimleri içermesinin yanı
sıra, ıııito- kondıileıde üretilen pregnenolonu androjen, östrojen ve
progestojeıılere1.
çevirmek
için gerekli olan enzimlere de sahiptir.
2. Yuvarlak ya da uzun şekilli olan
mitokondıiler, diğer epitelyal hücrelerin miiokondrilerinde yaygın olarak bulunan
lameller ya da ıaf benzeri kristaların aksine genellikle tübüler tipte
kristalara sahiptir. Hücre işlevi için enerji üretiminin esas yeri olmasının
yanında bu organel- ler gerekli enzimatik donanıma da sahiptirler, bu enzi-
matik donanım yalnızca kolesterol yan zincirini ayırmak ve pregnenolon
üretimini yapmakla kalmayıp, sonuçta steroid hormonun oluştuğu bir dizi
tepkimeye de katılırlar. Graniilsüz endoplazma retikulumu ve mitokondıiler
arasındaki yakın işbirliği sonucu steroid sentezi işlemi gerçekleşir, bu durum
hücre içi organeller arasındaki işbirliğine çarpıcı bir örnek oluşturur (Şekil
21 -1
>. Avnı zamanda bu durum steroid salgılayıcı hücrelerde bu iki or- ganel
arasında gözlenen sıkı yapısal ilişkiyi de açıklar.
einize sağlık
YanıtlaSilMohegan Sun Pocono Casino - JCM Hub
YanıtlaSilGet directions, reviews and information 목포 출장마사지 for Mohegan Sun Pocono in Wilkes-Barre, PA. 창원 출장마사지 This site uses cookies 오산 출장마사지 and other technologies 서산 출장샵 to 남양주 출장안마 enhance your online experience.